Şerif Mardin'e mahalle baskısını unutalım gitsin...

Şerif Mardin'e mahalle baskısını unutalım gitsin...

8 Temmuz 2007 tarihli Hürriyet'te “Şerif Mardin'e 3. Kez veto” başlıklı bir haber yer almıştı.

Haberde Prof. Mardin'in Said-i Nursi hakkındaki bilimsel çalışmaları yüzünden “Türkiye Bilimler Akademisi” üyeliğinin üçüncü kez veto edildiği belirtiliyordu.

Yani laik bir bilim adamı nasıl olur da Said Nursi hakkında kitap yazardı, dimi efendim?

Aynı haberde Hürriyet'e konuşan Mardin şöyle diyordu:

"Türkiye'yi anlamak ve algılamak açısından din çok önemli bir sosyolojik olgu. Ama bunu kavramak istemeyenlere izah etmeniz mümkün değil. Benim yaptığım çalışmayı, 'Dincileri koruyan bir tavır sergiliyor' diye eleştirenler oldu. Akademi dünyasında bile bilimsel bir çalışma böyle algılanıyorsa, şaşırmanın gereği yok."

Hiç kuşkunuz olmasın, Said-i Nursi'nin ne zararlı bir şahsiyet olduğunu anlatan kitap yazsaydı Prof. Mardin, başköşeye oturturlardı..

çok da yararlı olur, hatta iddianamelerde “dünyaca ünlü bilim adamımızın kitabında da ortaya konulduğu gibi” bir ibarenin yer almasını sağlardı.

Bakın yol haritası çiziyoruz.


* * *
önceki gün Hürriyet'in “Mahalle Baskısına AB ayarı” başlıklı haberde AB büyükelçilerinin, hükümete 'mahalle baskısı önemli' mesajı verilmesi için ortak tutum belirlediği belirtiliyordu.

Star gazetesine konuşan AB-Türkiye Karma Parlamentosu Komisyonu Joost Lagendijk ise yalanlıyordu bu haberi..

Buna göre, 10 - 12 Nisan'da Ankara'ya gelecek olan AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barosso ve Genişleme Komiseri Olli Rehn'in, 'mahalle baskısı' konusunu gündeme getireceğine ilişkin haber asılsızdı.

Lagendijk, “Yıllardır Türkiye'nin meselelerini takip ediyorum. Ben 'mahalle baskısı' ne demek bilmiyorum” diye konuşuyordu ayrıca.

Bilmiyorsa, Ertuğrul özkök'ten Prof. Şerif Mardin'in kimler tarafından, nasıl bir mahalle baskısına maruz bırakıldığının hikayesini dinlesin.

Ondan sonracıma da, “Yahu Ertuğrul Bey, niye o halde mahalle baskısı konusunda yanlış adres gösterip duruyorsunuz kuzum?” diye zahmet edip sorsun.

Belki o zaman bu ülkede “gerçekte” ne olup bittiğini, mahalle baskısının nerelere kadar sirayet ettiğini, demokrasiyle kimlerin alıp veremediğinin olduğunu kestirebilir.

Hatta Prof. Mardin'in yine Hürriyet'te muğlak da olsa muhafazakar kesimleri itham eden “Mahalle baskısı yok diyemem” sözlerini anlayışla karşılayabilir.

Kolay değil..

Bunca yıl sosyolojiyle uğraş, kafa patlat, torunun yaşındaki adamlar TüBA'ya, sen Kenar'a..

Zor dostum zor.


Acıklı bir hikaye ve 'sertifikalı demokrasi'

Aysun Kayacı'yı tırnak içinde Nişantaşı'nda doğma büyüme sanıyordum. Bu yüzden “ayaktakımı hükümeti” diye yazıklanınca.. Araya da “dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” lafını sıkıştırınca, “Tipik bir Beyaz Türk histerisi daha” dedim kendi kendime.. Meğer annesi otelde temizlikçi olarak çalışmış bir hanımefendi, babası Beylerbeyi'nde mukim balıkçıymış. En ifrit olduğum insan tipi, sınıf atladığını zannedip kendi muhitini aşağılayan tiplerdir..

Aysun Kayacı onaltı yaşında başlamış mankenliğe.. Sarışın, uzun boylu bir manken abla, annesinin ayda kazandığı paradan fazlasını yarım saatte alıp gidince, heveslenmiş. O da sınıf atlamak için elinden geleni yapmış.. Bildik hikayeler.. Biriyle çıkmış, ayrılmışlar.. Adam “evlenilecek kızlar var, eğlenilecek kızlar var” diye konuşmuş arkasından.. Bir arkadaşının çektiği mahrem görüntüleri şurda burda çıkınca babasıyla arası bozulmuş. Falan filan. Acıklı bir hikaye işte..

Demokrasi şöyle de bir şeydir.. Sabahın altısında işe giden, yıpratıcı bir işte çalışan anne Kayacı'nın da, balıkçı babanın da ülkenin kaderinde söz hakkı vardır. Oy, en basit yolu.. Oylar sadece sayılmaz, oyların ağırlığı da vardır..

“500 bin oy alırsak kimse şaşırmasın” diye konuşan, ancak oniki bin oy alarak seçilemeyen bir bağımsız aday-yazar çıkmış “oy kullanmayı sertifikaya mı bağlasak?” geyiğine sardırıyor. Aysun Kayacı onun da yarasına tuz basmış, geçelim. Mutlakiyeti, monarşiyi, oligarşiyi tarihe gömdük biliyorduk.. Meğer “Ulusalcıyım, Kemalistim, Solcuyum, Halkçıyım” diyen ne çok meraklısı varmış.

Bu ülkede çoluğuna çocuğuna helal lokma yedirmek, muhanete muhtaç olmamak için asgari ücretle yaşam kavgası veren milyonlar var. O tertemiz insanlara haksızlık edilmesin, derdim, bu.

Herkes lafını ölçmeli. Sonra gözyaşı döküp kendini acındırma pozisyonuna düşürmesin. Ne yalan söyleyeyim, Aysun hanfendinin hayat hikayesini okuyunca içim acıdı, daraldım. Kısa keseceğim bu yüzden.


Aha Avrupa, aha dinci parti..

Geçen Avrupa'da kapatılan partilerin yanı sıra halen faaliyetteki bazı partilerin nitelikleriyle ilgili bilgiler vermiştim. Le Pen'den girmiş, Herri Batasuna'dan çıkmıştık. Hollanda'da parti üyeliğine kadınları kabul etmeyen Hıristiyan dinci bir partiden de söz etmiştim. Hollanda'dan Metin Delikan bu parti hakkında ilginç bir bilgi notu iletti.. Partinin tam adı “Staatkundig Gereformeerde Partij(SGP).. Hakkında “kadınlara karşı ayrım yapıyor”, “gerici ve ortaçağcıdır” diye dava açılmış. Parti yöneticileri Hıristiyan bir parti olduklarını, İncil'e göre kurulduklarını ve İncil'de kadının yönetemeyeceğine ilişkin ayetler olduğunu söylemişler. Yani parti kapatılmamış.. Şu anda parlamentoda üç üyeleri varmış.

Hollanda'da İslam Demokraten Partisi(İD) çoktaann kurulmuş, genel seçimlere bile girecekmiş. Şaka gibi geliyor insana, “Hayvan Partisi”nin de (Hayvan haklarını savunan bir parti) Meclis'te iki üyesi varmış..

Aha size Avrupa.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi