Kemalizm modernleşir mi?

Kemalizm modernleşir mi?

Bâzı şeyleri onyıllardır mütemâdiyen tekrâr zorunda kalmak acı bir kader.

Ama lâhavle çekerek bir kere daha deneyelim:

“Kemalizm 21. Yy.’ın şartlarına uygun hâle getirilebilir mi?” suali abesle iştigâldir. Bu suali soranlar önce “Kemalizm”in ne olduğu sualine cevab vermek zorundadırlar ki bunu yapmıyorlar, zîrâ yapamazlar!

Şâyet Kemalizm Yüce Önder Atatürk’ün devlet ve hayat felsefesi ise onu “Muâsır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” sözleriyle dile getirmişdir ama

“o nokta”ya nasıl varılacağını Türk Milleti’ne bırakmışdır. Nizâm-ı Cedîd’den beri 217 yıldır zâten buna uğraşıp duruyoruz.

Atatürk “doktrin” formüle etmemişdir. “Doktrinlere saplanırsak donar kalırız!” düşüncesindeydi.

Kemalizm pek çok kimsenin sandığı üzere “Altı Ok” yâni “Cumhûriyetçilik, İnkılâbcılık, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Milliyetçilik” ilkelerinde ifâdesini bulan bir sistem de değildir! Onlar 1935 Halk Fırkası Kurultayı’nda kabûl edilen parti programı umdeleridir! Zâten “halkçılık” kavramını yabancı dillere çevirdiğiniz zaman “popülizm” (halk dalkavukluğu) gibi iğrenç bir tavır ortaya çıkıyor ki eğer benimsiyorlarsa Kemalistlere uğurlu kademli olsun!

Atatürk’ün devlet felsefesi iki “vazgeçilmez” prensibe dayanır:

- Hâkimiyyet-i Milliyye

- İstiklâl-i Tâm

Birincisi en yüksek ve tartışmasız tek karar mercii olarak bir “millî meclis” öngörür.

Bu mercî, kısmen ve gönül rızâsıyla dahî olsa bu hakkını başka hiç kimseye devredemez!

İkincisi ise askerî ittifaklar dışı kalma kuralını içerir!

Birinci prensibin son 60 yıl boyunca kaç kere ırzına geçildiğini teker teker saymağa kalksam öbür söyleyeceklerime yer kalmaz.

Ama ona varana kadar ikinci ilkenin de defâlarca ırzına geçildiği, hem de daha Yüce Önder’in cesedi soğumadan bu işe başlandığı pek bilinmez.

Onun için isterseniz Stalin’in 6 Şubat 1943’de Churchill’e yazdığı şu satırları berâberce okuyalım:

“Türkiye’nin enternasyonal konumu oldukça müşkil kalmaya devâm ediyor. Türkiye bir yandan SSCB ile bir ‘Dostluk ve Tarafsızlık Paktı’ ve Büyük Britanya ile bir ‘Tecâvüzlere Karşı Dayanışma Andlaşması’ imzâlayarak bağlanmış, öte yandan Almanya ile bir ‘Dostluk Andlaşması’ ile, ki bu andlaşma Rayh’ın SSCB’ye taarruzundan (18 Hazîran 1941, Y.A.) dört gün önce yürürlüğe girmişdir. Türkiye’nin SSCB ve Büyük Britanya’ya karşı yükümleriyle Hitler’e karşı yükümlerini nasıl bağdaştıracağını artık bilemiyorum.”

Fakat Yüce Önder’in “Sâdık Halefi” İsmet Paşa daha 12 Mayıs 1939’da, yâni “Ebedî Şef”in ebediyete intikâlinden ancak altı ay ve iki gün sonra bir “Türko-Britanik Deklarasyon” imzâlayarak iki devletin “Akdeniz Havzası’ndaki tecâvüzlere karşı birlikde” hareket edeceklerini taahhüd etdi.

Bunu 19 Ekim 1939’da, yâni Atatürk’ün birinci ölüm yıldönümünden bile önce, bir “Türk-İngiliz, Fransız İttifâkı” ile askerî işbirliği kararlaştırıldı.

Bizim “üstün zekâlı” solcularsa 1951 Mayısı’nda girdiğimiz NATO ile oyalandı senelerce!

Şimdi de tutmuş soruyorlar:

Kemalizm modernleşir mi diye!

Modernleşir, modernleşir!

Yüce Önder Sav Anıtkabir’de namaza durduğu zaman!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi