Büyük Türkiye, ama nasıl

Büyük Türkiye, ama nasıl

Bizim memlekette sıkça kullanılan bir atasözü vardır. ‘Hain havflı olur.’ Bugünün diliyle anlamı şu: Hainler, birisine bir şekilde ihanet edenler, iki yüzlü davrananlar hep korkaktır. Çünkü eninde sonunda yapıp ettiklerinin karşısına çıkacağı korkusuyla yaşar.

Tunus’ta ve ardından Mısır’da yaşananların ardından Batı’nın yaşadığı korkunun anlamı bu aslında. İki yüzlü davrandıkları ve kendi çıkarları adına her türlü baskıyı, diktatörü ve rejimi destekledikleri alanlarda, şimdi yüzleşme zamanının geldiğini görüyorlar.

1979’da gerçekleşen İran Devrimi, belli özellikleri itibarıyla sınırlı bir alanda etki uyandırmış görünse de, sonuçta Amerika’nın yenilmezliğine vurulan en büyük darbelerden birisiydi. Şimdi Mısır’da olup biten karşısında Batı’da uyanan ‘Acaba İran gibi olur mu’ korkusunun perde arkasında bu yatıyor. Ferid Zekeriya’nın önceki gün Washington Post’taki ifadesiyle İran Devrimi, ‘Batı’nın peşini bırakmayan bir hayalet’ gibi.

***

Dün İran Şah’ını destekleyenler, bugün Hüsnü Mübarek’i yıllar yılı desteklemenin faturasını nasıl ödeyeceğinin hesabını yapıyor. Afganistan’da, Irak’ta, Lübnan’da peş peşe yenilgiye uğrayan ABD, şimdi ortaya çıkan bu büyük rüzgarın nereye gideceğini ve nasıl sonuçlar üreteceğini anlamaya/kontrol etmeye çabalıyor.

Diğer yandan Amerika, son derece geniş bir alanda, kendisine yönelik olarak kabaran ve kolay kolay dinmeyecek gibi görünen tepkilerle de boğuşmak zorunda. Üstelik mevcut tabloda ortaya çıkması muhtemel yönetimler, bu tepkiler üzerinde iktidar alanı buluyor. Bugün İslam dünyasında ya da özelde Arap dünyasında ABD’nin nasıl bir ‘itibar’a sahip olduğunu tartışmak bile gereksiz.

Kuşkusuz geniş bir alanda çok sayıda devlet ya da devletimsi yapıdan söz ediyoruz. Hepsinin bir başlık ya da parantezde toplanması yanıltıcı olabilir. Ancak özelde ABD’nin, genel anlamda Batı’nın bu coğrafyada eskisi gibi rahat hareket edebileceğini söylemek hiç kolay değil.

***

Bu tartışmalarda gözlerin dönüp dolaşıp çevrildiği ülke Türkiye. Neresinden bakarsanız bakın Türkiye, farklı bir tecrübe olarak öne çıkıyor. İmparatorluk geleneğinden miras olan özellikleriyle, tepkisini ve öfkesini ölçülü kılabiliyor. Yeri geldiğinde çok boyutlu ilişkiler yürütebiliyor.

O bakımdan Türkiye’yi bir şekilde ABD projelerinin uzantısı, taşeronu, uygulayıcısı gibi göstermeye çalışmak ya da dış politikadaki hamlelerini bu yönde yorumlamak büyük bir haksızlık. Bahsettiğimiz geniş alanda ilk defa etkin olmuyoruz ya da ilk kez gözler bize çevrilmiyor. Biraz tarih okuyan herkes bunu takdir edecektir.

Kendi içindeki güç dengelerini demokratik bir süreçle yoğurmayı, değiştirmeyi ve demokrasi dışı aktörleri tasfiye etmeyi başaran en ciddi örnek Türkiye. Alınacak elbette çok mesafe var, henüz dengeler tam olarak oturmuş da değil. Ancak bu sürecin devamında bölgesinde olup bitenlere yön verme yeteneği en fazla olan ülke de Türkiye.

Yükselen öfkelerin, peş peşe gelen ayaklanmaların ortasında barışın adresi olmak için aşmamız gereken en büyük sorun, etki alanımızı cesurca genişletmeden ayakta kalamayacağımızı görmemiz. Daha açık ifadeyle, siyasi sınırlarında değil, doğal sınırlarında hareket eden bir Türkiye geleceğe yürüyebilir.

Kürt sorunu, hali hazırda en büyük sınav gibi görünüyor. Ama görün bakın; bu sorun yakın bir gelecekte Türkiye’nin büyük gücünün uyumlu bir parçasına dönüşecek. Türlü tuhaf hesap peşinde olan herkesi şimdiden uyarmış olalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi