Kuşatılmış siyasetle olmuyor...

Kuşatılmış siyasetle olmuyor...

Türkiye'nin son dönemine damgasını vuran 12 Eylül Rejimi'nin tasarrufları, düzenlemeleri ve icraatları sık sık tartışılıyor. Bu tartışmalara bakıldığından toplumun her kesiminin bundan rahatsızlık duyduğu, şikayetçi olduğu ve değiştirilmesi yönünde talebini dile getirdiği görülüyor. Ancak 12 Eylül Rejimi'nden bu yana geçen çeyrek asır içerisinde yapılanlara bakıldığında hala yapılması, değiştirilmesi ve demokratikleştirilmesi gerekli pek çok alanın olduğu anlaşılıyor.

12 Eylül Rejimi'nin tartışılan ve eleştiri konusu olan icraatlarının başında siyasetin marjinalleştirilmesinin olduğunu söylemek mümkün. Söz konusu rejimin olumsuzluklarını tek tek saymaktansa bunlar içerisinden en belirleyici ve köklü olanını belirlemek daha doğru olmalıdır. Siyasetin marjinalleştirilmesi en belirleyici ve köklü olan değişiklik olarak görülmektedir.

Aslında siyasete ilişkin toplumun algısı ve siyasetin toplumsal ilişkilerdeki değeri ile meşruiyet zemini başından beri sorunlu bir tablo oluşturmaktadır. Genel çerçevede siyaset, toplumsal gerçeklik alanlarından biri ve en önemlisi olarak algılanmadığından her zaman ve her ortamda hep siyaset alanı olumsuzluklar, kaçınılması ve sakınılması gereken bir eylem ve düşünce alanı olarak görülüyor ve gösteriliyor. Yaşanan siyasal sorunların temelinde böyle bir zihniyet yapısının ve değer dünyasının yer aldığını söylemek mümkün.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmasında "anayasallık denetimi yapan organın oluşumunda parlamentonun devre dışı bırakılması"na dikkat çekerek modern demokrasilerde parlamentoların bir biçimde anayasa mahkemesinin oluşumuna katıldığının altını çizmiştir. Bunun "kaçınılmaz bir gereklilik" olduğunu belirten Sayın Kılıç, bu yaklaşımı ile siyasetin etkin olması gerektiğine dikkat çekmiştir. Bilindiği gibi 1961 Anayasası, Anayasa Mahkemesi üyelerinin üçte birinin parlamento tarafından seçilmesini getirmişken 1982 Anayasası bu sisteme son vermiş ve üyelerin oluşumuna parlamentoyu dahil etmemiştir.

Bu basit örnek 12 Eylül Rejimi'nin siyasete yönelik marjinalleştirici ve işlevsizleştirici tavrını ortaya koymak için yeterlidir. Parlamentonun temel işlevi olan yasama faaliyetinin denetimini yapacak Anayasa Mahkemesi'nin oluşumunda "milli irade"yi temsil eden parlamentoyu bir biçimde söz sahibi yapmamak ve bu yetkiyi yürütmenin tepe noktasındaki Cumhurbaşkanına bırakmak siyaset algısı ve değerlendirmesiyle ilgili bir tavır değil midir?

12 Eylül Rejimi'nin kurumlaştırdığı yapıda yürütme ile yargı erkinin iyice tahkim edildiğini ve buna karşılık yasama erkinin işlevsizleştirildiğini söylemek bir abartı olarak kabul edilemez. Türkiye bir demokratikleşme sorunu ile karşı karşıya ise bunun siyasete ilişkin bir sorun olarak görmek gerekir. Demokratikleşme süreci ayanı zamanda siyasetin güçlendirilmesi, işlevsel hale getirilmesi ve daha da etkin kılınması süreci olarak görülmelidir.

Buradaki temel ölçü toplumun mukadderatına ilişkin karar verme ve kural koyma süreçlerinde kimin veya kimlerin etkin rol oynadıkları sorusuna verilecek cevapta gizlidir. çağdaş demokratik anlayış bağlamındaki yaklaşım kısaca şudur: Toplumun mukadderatına ilişkin kararların alınması ve kuralların konulması toplum bireylerini temsil eden temsilciler ve temsili kurullar yoluyla olmalıdır. Egemenliğin kullanılmasında siyasi aktörler rol almalı, idari elemanlar ve kurullarsa siyasi aktörlerce alınmış kararları ve kuralları uygulamaya aktarmalıdır. Dolayısıyla siyasi aktörlerin siyasal süreç dahilindeki eylem ve davranışları meyanında alacakları kararlar ve koyacakları kurallar her halükarda bir temsil yetkisine dayanmalıdır.

Sürecin bu şekilde işlemesi siyasetin etkin, işlevsel ve dinamik olması anlamına gelecektir. Bu durum hem yerel düzeydeki siyasal süreçlerde, hem de ulusal düzeydeki süreçlerde kendisini göstermektedir. Köy ihtiyar heyetine, belediye meclisine, il genel meclisine yöre halkı temsilci seçmektedir; bu yerel siyaset için önemli bir husustur. Ulusal düzeyde de parlamentoya/yasama meclisine üyeler seçimle gelmektedir. Dolayısıyla yerel ve ulusal düzeydeki düzenlemelerde halkın temsilcilerinden oluşan temsili kurumlar görev yapmaktadır. Ancak bir tür siyasi yetki kullanan ve düzenlemeler yapan, toplumun mukadderatının belirlenmesi sürecinde etkili olan idari ve adli kurulların oluşumunda siyasetin devre dışı bırakılmış olması, siyasetin marjinalleştirilmesi ve işlevsel bakımdan kuşatılıp sınırlandırılmasından başka bir şey değildir. Mesela bir tür siyasi düzenleme yetkisi kullanan özerk idari kurulların üyelerinin belirlenmesinde parlamentonun devre dışı bırakılmış olması benzer bir anlayışın ürünü olmalıdır. Türkiye'nin önündeki sorunları daha hızlı aşabilmesi için siyasetin etkinleştirilmesi, alanın genişletilmesi ve işlevsel hale getirilmesi zorunluluğu açıktır. Anayasa Mahkemesinin üye oluşumunda bir biçimde etkili olamayan bir siyaset ve yasama meclisinin halkın iradesini hayata geçirmede ne kadar başarılı olabilir? Kuşatılmış siyasetle önümüzü görmenin imkansız olduğu açıktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi