İç hesaplaşma ve gazeteci

İç hesaplaşma ve gazeteci

"Polis camiası şu günlerde 'Fethullahçılar Raporu'nu konuşuyor.


Hafta içinde basına sızdırılan rapor, Ankara'da hazırlanmış. Raporda 84 üst düzey emniyet görevlisinin, Fethullah Hoca olarak bilinen Fethullah Gülen'le bağlantılı olduğu ve bu kişilerin rejim aleyhtarı faaliyetlerde bulundukları belirtiliyor. Emniyet teşkilatında büyük huzursuzluğa neden olan 'Fethullahçılar Listesi' dikkatlice incelendiğinde, son dönemde mafya ve çetelerle mücadelede, eşi görülmedik başarılara imza atan bazı polis şeflerinin adlarının, rapora monte edildikleri anlaşılıyor. Bunlar arasında hemen göze çarpan isimler Organize Suçlar ve Kaçakçılıkla Mücadele Dairesi Başkanı Emin Arslan ve onun yardımcılarıyla, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan."

Bu yazı 30 Mayıs 1999'da Uğur Dündar'ın Hürriyet'teki köşesinde yayımlandı.

Dündar, "Karalama yöntemi de konjonktüre uygun olarak seçilmiş: Fethullah Gülen cemaatinde yer alıp irticai faaliyette bulunmak. Yani rejim için tehlike ve tehdit oluşturmak. İddia çok vahim. İddiaları öğrenince mürteci damgası vurulmak istenen Adil Serdar Saçan hakkında bir araştırma yaptım. Ulaştığım bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum." diyor ve sicilini yazarak şöyle tamamlıyor: "Bugüne kadar hep 100 puanlık sicil almış. İstanbul'da sergilediği başarıları ise ortada. Üstelik adli ve idari ceza almadığı gibi, irtica soruşturması da geçirmemiş. Şimdi de kalkmış birileri ona 'mürteci' diyor. Ayıptır, ayıp..."

Emniyette sık oynanan birbirini yeme oyununda gazeteciler namlunun ağzındaki mermi rolü oynadılar. Arada dayağı cemaat yiyor. Şimdi aynı ayıbı o günlerin mağdurları işliyor. Hanefi Avcı'nın kitabıyla başlayan furya devam ediyor. Ahmet Şık'ın kitabında ne yazdığını henüz bilmiyoruz. Ancak isminden ve hakkında yazılanlardan 99'dakine benzer bir operasyon olduğu izlenimi oluşuyor. Ergenekon soruşturmalarında görev yapan neredeyse bütün emniyet ve yargı mensupları suçlanıyor. Görevleri ve legal mensubiyetleri ötesinde bir insiyakla hareket ettikleri ileri sürülüyor.

Bunu hukuken de ahlaken de savunmak mümkün değil. Neden herhangi bir savcı ya da polis değil, belli soruşturmalarda görev yapanlar için bu suçlamalar yapılıyor? Eylemin o süreci hedef aldığı aşikârdır değil mi? Bir diğer konu, aramalara katılan polis memurlarının isimleri yayımlanmıyor, fotoğrafları buzlanıyor. Taşıdıkları risk sebebiyle korunmaları gerekiyor. Peki, soruşturmaların beyni konumundaki amirleri aynı özeni hak etmiyor mu? Aydınlık'ın bir dönem ismini yayımladığı görevliler şehit edilmedi mi? 28 Şubat darbesinde linç edilen gazetecilerden ne farkı var, adı geçen görevlilerin. Kişisel risklerin ötesinde sürdürülen soruşturmaların akamete uğrama tehlikesi yok mu?

İşin trajikomik yanı Şemdinli komisyonuna söyledikleri yüzünden görevden alınan İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun'un adının kullanılması. Güya Şemdinli soruşturması da, Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay başkanı olmasını engellemeye dönük bir cemaat operasyonuydu. O günde cemaatçilik yakıştırması Uzun'un üzerine yapışmıştı. Ahmet Şık, çelişkiyi bertaraf etmek için 'bilgi notunu Uzun'un yazmadığını' ileri sürüyor. Allah'tan arşiv var. Açın Hürriyet'ten okuyun Uzun, komisyona neler söylemiş. Bu cemaat yaftası ne kullanışlı bir şey, her dönem işe yarıyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi