'Şiddetin ölümü'ne ağıt yakanlar

'Şiddetin ölümü'ne ağıt yakanlar

Ece Temelkuran'ın hayıflandığı, üstelik ağıt yaktığı durum ilk defa şiddetin sırra kadem bastığı bir tablo. Milliyet Gazetesi'nde başladığı yazı dizisinin birazı bölgenin bugününü anlatıyor, ama daha çok bu gazeteci hanımın hayal kırıklıklarını okuyoruz. Bu hayal kırıklığını, bu hayıflanmaları "normal" bulmuyorum. Gazeteci etiğinde veya aydın namusunda, tabutunu çivilemeye çalıştığımız şiddetin arkasından ağıt yakmanın yeri olmamalı. Türk-Kürt ayırmadan gidenlerin arkasından döktüğümüz gözyaşını içimize akıtıp, barışı kalıcı hale getirmek için geçmişe bir sünger çekmek dururken, şiddetin hüküm sürdüğü dönemi bir "altın çağ" olarak yad etmeye kalkmanın iyi niyet dışında bir açıklaması olmalı.

"İlk kez" diyor, Ece Temelkuran "Kürt siyasetinin çelik gövdesi, dağılma ihtimalini düşünüyor." Stalinist şiddet yöntemleri ile herkese kan kusturanlar ne zaman "Kürt siyasetinin çelik gövdesi" oldular? Bu övgüyü ne zaman hak ettiler? Milliyet yazarının resmetmeye çalıştığı korku, şiddetin hüküm sürdüğü uzun yıllara değil, sona erdiği bugüne ait. İnsanlar insanlardan korkuyorlar. Niye? Çünkü "'Kürdistan olmadı, olmayacak' cümlesinin ardından bir moral çöküntüsü içinde insanlar." İnsanların korkması ile "Kürdistan olmadı"nın moral çöküntüsü, hiçbir zaman kurulamayacak bir sebep-sonuç ilişkisi içinde aynı cümlede yer alıyor. Anlayabildiğimiz tek şey, şiddet sona eriyor ve şiddetle bir şeyler elde etmenin peşinde olanlar hayal kırıklığı yaşıyor. Peki Milliyet'e ne oluyor? Çoktandır Sedat Ergin bambaşka bir yolda, tuhaf işler yapıyor;anlayamıyorum...

Barışın ve huzurun gelmesinden kim korkar? Dağdakilerin yuvalarına dönmesinden, peşinde olduklarını siyasetin zengin dünyasında aramaktan kim korkar? Şiddetin sona ermesini, Kürt siyasetinin üzerindeki demir balyoz kalkınca çoğullaşmasını bir felaket tablosu olarak sunmak kimin aklına gelir?

"Artık bölgede ortak akıl oluşmuş, kimse şiddet istemiyor" diye yazanlara, ara sokaklardakilerin "Ne özerkliği, biz ülkemizi istiyoruz" sözleri ile itiraz eden Ece Temelkuran kimi temsil ediyor? Milliyet gibi "merkez"e yerleşmiş bir gazetede bile olsa "kendi fikridir" diyerek bir gazetecinin şiddetin peşinden ağıt yakmasını, şiddet dönemlerine özlem duymasını önemsiz görebiliriz. Ama ortada başka bir amacın gezdiğini yazı kendisi anlatıyor. Bu şiddet nostaljisi, yavaş yavaş şekillenen bir siyasî projeye destek verme amacı taşıyor.

Eşzamanlı olarak PKK-DTP çizgisi laik (hatta Kemalist) siyaset bayrağını yükseğe kaldırıyor. Sebep AK Parti'nin genel seçimlerde Kürt seçmen nezdinde kazandığı itibar ve güven. Bugün şiddeti sona erdiren en güçlü dinamiklerden biri AK Parti'nin bir Türkiye partisi olarak bölgeden aldığı destek. Türkiye'nin üniter ulus devlet yapısını devlet kurumları bile temsil edemezken neredeyse tek başına AK Parti, üstelik hükümette temsil ediyor. PKK'nın tasfiyesi sürecini başlatan da AK Parti olduğuna göre, PKK geniş bir anti-AK Parti koalisyonuna ihtiyaç duyuyor. Bu koalisyon tam da Ece Temelkuran'ın kurcaladığı gibi geniş bir "laikçi blok"a dönüşmeyi amaçlıyor.Yazı dizisinin temel argümanı, bu projeyi ele veriyor: "İslâmî kesim, Kürt siyasetini ele geçiriyor." AK Parti dışında "İslâmî kesim" kim? Toplumun dayanışma ve huzur arayışına önderlik ederek, bölgeye hizmet götürmek için gecesini gündüzüne katan cemaatler. Toplum, siyasetin içinden çıkılmaz hale getirdiği bir sorunu, yüzyıllardan beri kullandığı yöntemleri kullanarak çözüyor. Eğer laiklik diyorsanız, laik Batı'da da sorunlar bu şekilde çözülüyor. Bu cemaatler kim? Oralara okul, dershane ve yurt açanlar. Her şeyinden fedakârlıkta bulunanlar. Mesela, devletin yapamadığını yaparak bölgenin geri kalmışlığını yenmek üzere kâr amacının üzerine daha yüksek bir gaye yerleştirerek yatırım yapan işadamları. Ece Temelkuran'ın "İslâmcı kesim" diye mahkûm ettiği güç, bu toplumun yanlış devlet politikalarını bile düzeltecek sağduyu ve aklı temsil eden geleneksel dayanışma duygusundan başka bir şey değil. Türkiye "Kürt sorunu"nu işte bu güç ile çözüyor.

Bu yerli ve yüzde yüz doğal gücün karşısına bir "laikçi koalisyon" ile çıkmaya kalkmak; Ece Temelkuran'ın yaptığı gibi artık yok olan şiddetin arkasından ağıt yakmakla mümkün. Yani tükettiğimiz şiddet karşımıza "laikçi bir maske" ile çıkıyor. Peki sahici mi? Laikliğe itibar kaybettirmekten başka bu proje işe yarar mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi