Mehmet Emin Genç

Mehmet Emin Genç

Efendimizin hayat evreleri

Efendimizin hayat evreleri

"Yaş otuz beş, Dante gibi ortasındayız ömrün." diyor şair Cahit Sıtkı Tarancı. Birçoğumuzun bildiği hatta ilk dizesini darbımesel olarak kullandığı güzel bir şiirden söz ediyorum. Bu şiir ve sonrasında garip olan; tam da "Dante gibi ortasındayken "ömrün" diyen şairin hayatını, bir hastane odasında noktalıyor olması. Yani Cahit Sıtkı'ya, ne yazık ki ömrünün ikinci yarısını yaşamak kısmet olmuyor. Bu bahtsız adam, her ne kadar ikinci yarıyı göremese de  otuz beş yaş, insan ömrünün ortası ediyor; erken veya geç ölenlerimiz için de durum değişmiyor. Otuz beşte de, kırkta da, atmış ya da seksende de ölse insanın hayatının ortası otuz beşinci yaşı.
Âlemlerin Efendisinin ömründe de otuz beşinci yaşın çok mühim bir matematiği var. Söz konusu yaşa kadar O (sav), yetim olarak dünyaya gelip Halime'nin köyünde başlayan çocukluğuna Mekke'de devam ediyor. Bu arada bir Medine yolculuğunda annesini kaybediyor, amcası ile seyahatlere çıkıyor; dünyayı, yaşamın gerçeklerini ve her ırk, inanç ve meslekten insanları tanımaya başlıyor; her saniye gözlem yapıyor, deneyim ve bilgi devşirmeyi sürdürüyor. Sonra içinde savaşların, Hılful Füdul dernekçiliğinin, kent yönetimine katkının da olduğu gençlik yılları başlıyor. Gençliğinde çoğunlukla O (sav)'nu, uzak memleketlere gidip gelen ticaret kervanlarında; bazen katılımcı bazen de kervanbaşı olarak ama hep "emin bir tüccar" unvanıyla görüyoruz. Yani ticaret hayatına,  matematiğin şaşmaz unsurları olan rakamlar egemendir. Hesap yapıyor, hesap alıyor ve önce amcasına sonra işvereni olan hanıma hesap veriyor. Sayılar mühim O (sav)'nun için, dürüstlüğün ve şaşmazlığın çivileri gibi…
Bir yere kadar Âlemlerin Efendisinin diğer Mekkelilere ve yaşıtlarına benzeyen yaşantısının yol ayrımı otuz beşinci yaşıdır. Bu yaşla birlikte O (sav), otuz beş yıllık yaşantısını noktalıyor ve diğer Mekkelilerden ayrılarak  bambaşka bir yola giriyor. Âlemlerin Efendisi artık Hira dağındadır. Adı daha sonra "Nur" olacak olan bu dağ, bundan böyle onun yaşantısının odak noktası oluyor. Zira geleceğin Elçisi, sabah erkenden kalkıp  azığını ve suyunu alarak eşiyle ve ev halkıyla vedalaştıktan sonra  dağın yolunu tutuyor. Zorlu bir tırmanışın ardından zirveye çıkıp, ancak bir adam sığacak genişlikteki küçük mağarasına yerleşen müstakbel peygamberin yeni işi tefekkürdür. Yani otuz beş yıl boyunca  bir arı titizliğiyle biriktirdiği ömür malzemesini özümsemek, usta bir plan dâhilinde harmanlamak ve bu çaba sırasında  iç âleminin derinliklerinden yavaş yavaş uyanmaya başlayan "bambaşka" kişiliğinden masivaya ait "baharatlar" katarak mevcut malzemeyi harmanlamak, bal yapmaktır.
Kısacası, O (sav) içindeki kişisel kâinatına dönerek farklı bir işe soyunuyor. Bir bakıma O (sav), dağdaki daracık bir mağarada bir başına geçirdiği ıssız zamanlar içerisinde,  kendini ve tüm  âlemi okuma temrinleri yapıyor olmalıydı. Hayatın, insanın, eşyanın, maddenin ve içinde yaşanan uçsuz bucaksız evrenin arkasındaki sırra erme dürtüsü O (sav)'nu  günlerce o kayalık ve kuru dağda tutmaya yetiyor da artıyordu bile. Hem de az buz değil; tam beş yıl yani kırk yaşına kadar. Peygamberlik için kâmil olgunluk olduğunu sonradan anladığımız bu kırk yaş sınırı dünyamıza ait pek çok iş ve tecrübe içinde artık milat kabul edilmektedir. Bu minval üzere yaşı kırka ermek olgulaşmak, yeterli olmak ve belli bir sınıra varmak olarak anlaşılır olmuştur.
Nihayet O (sav), içindeki ve dışındaki  kâinatın sırlı alfabesini sökmüş ve okumaya başlayacak kıvama gelmişti. Doğal olarak bunun, farklı bir okuma olacağı kesindi. O halde bu işlem sırasında hangi harfi kullanacaktır? Âlemlerin Efendisi belki de günlerce, aylarca hatta yıllarca bunu düşünerek bakmış olmalıdır çevresine fakat yeni bir alfabe ve onun işaretlerini/işaretini oluşturmak o kadar zordur ki… Bu alfabenin, şimdiye kadar kullanılanların hiçbirine benzeyemeyeceği kesindi; zira söz konusu işaret dizini, bir dünyalık ses şifrelemesi değildi, âlemlerin derin gizeminin miftahıydı. İşte, bu nedenle zorlanıyordu müstakbel peygamber. Bu sorunu aşmasında O (sav)'na Cebrail adlı bir öğretmen yardımcı oldu ve sevgilimizin ilk defa gördüğü nur öğretmeni O (sav)'na;  "Yaratan Rabbinin adıyla oku." diyordu.  Yani yaş kırk  olduğunda alfabenin en sırlı harfi belli olmuştu; peygamberi hayatın bundan sonrasının şifre harfi/kelimesi: "Bismillah!"tır.
İnsan için yirmi beş, otuz beş, kırk, atmış üç ve daha bir dolu nirengi  yaşları birer hayat matematiğidir. Bu şifreli yaşlardan ilk üçünü anlamak kolayda son rakam olan atmış üç’ü yani ölüm yaşını, sünnet ölümünü anlamak biraz zor. Diyeceksiniz ki, kontrolü bizde olan bir şey değil ki ölüm. Doğrudur. İlla atmış üçte ölmek durumunda değiliz, ne zaman öleceğimizi ancak ve yalnız yüce Allah bilir. Atmış üç yaşına geldiğimiz halde ölmeyebilir ve kısmetse yaşamaya devamda edebiliriz. Bu durumda ne yapmalıyız? Kolay! Atmış üç yaşına geldiğimizde ölmek değil ama dünyevi hayattan el etek çekmek yani "tekaüt" olmak bizim uhdemizdedir. Zaten bizde ve batılı ülkelerde de emeklilik yaşı buna yakın yani atmış dört veya atmış beş değil mi? İşte, bir başka "Peygamberi Hayat Matematiğini’nin doğrulanması da bu olsa gerektir.
Sonuç olarak… Hayatı yaşarken "Peygamberi şifreler"e riayet edelim ki yaşantımız da iddialı bir düzlem üzerinde yürüsün; mutlu olalım.
O halde varın kalın mutlulukla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Emin Genç Arşivi