Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

Manevî çevre kirliliği

Manevî çevre kirliliği

Merhum Mehmed âkif; Sultan Hamîd devrini -gençliğinde- mülevves (kirli) bir istibdad devri olarak görüyordu. İttihad ve Terakkî döneminin başlamasını “gel ey nâzende hürriyyet ki canlar ferş-i râhındır” (Ey nazlı hürriyyet gel, canlar seni karşılamak için yoluna halı gibi döşenmiştir) ve “bir millet sipâhındır” (bütün millet senin askerindir) diyerek selâmlıyordu. (Safahât, İstibdad şiiri). On yıl sonra, “İlâhî! Bir müeyyed, bir kerîm el yok mu, tutsun da/çıkarsın Şark'ı zulmetden, götürsün fecr-i maksuda?” dedi. Selanik'ten İstanbul'a kadar canlar ferş-i râh olsa da bu yoldan “Hürriyyet” gelmemiş, daha kötü bir istibdad gelmişti. 1935'de de Mehmed âkif “çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını/Bana çok görme İlâhî bir avuç toprağını!” demekten başka birşey demiyordu. İnşaallah, daha doğrusu: umarım ve dilerim ki, yorgun ve kederli olarak ölümü beklerken, gönlünde yine “bir müeyyed, bir kerîm el”in geleceği ümîdi vardı.

-çok beklersiniz! Millet'i tenbelliğe alıştırıyorsunuz. Böyle bir ümîdin kitapta yeri yoktur. Bid'attir, uydurmadır.

-Tam aksine, sizler bilerek veya bilmeyerek, milletin ümîdini elinden alıyorsunuz. Sevgi ve adalet ülküsünden yoksun bırakıyor, sadece itaat etmesini ve hayatın anlamı üzerinde düşünmemesini istiyorsunuz. Yaratıcımız, bizden sadece sonuçsuz ve dolayısıyla anlamsız bir sabır mı bekliyor? (Asr Suresi).

Manevî çevre kirliliği; “insan”ın içinde bulunduğu “husrân”ın bir görünümü ve sonucudur. Bu sonucun doğurduğu zehirli bataklık dumanında, sloganlar karşılıklı savrulur, Hakk unutulur, çıkarlar savaşından başka birşey görülmez olur.

Amacımız ne? Bu manevî çevre kirliliğinin toz ve dumanından zehirlenerek hiçbirşey yapmamak mı? “Tozdan dumandan ferman okunmaz” bahanesine sığınmak mı? Bu arada çıkarlar kavgasında kimin üstün geleceğini hesaplamaya çalışarak siyaset-toto kuponları doldurmak mı?

Dün gece Fakıyrhane'ye dönerken, Nişantaşı civarında Mim Kemal Caddesi'nde, karnı burnunda, çöp tenekelerine sıçrayamayan, kuyruksuz ve yıpranmış bir dişi kedi gördüm. Lokanta çöp tenekesine sıçrayamayacağını anlayınca, ümîdini kestiği “insan”a miyavlayıp yardım istemeye de tenezzül etmeksizin, çeyrek kuyruğuyla ve karnında taşıdığı müstakbel yavrularıyla yürüyüp gitti. Sosyal güvenliği yoktu. Neyi simgeliyordu? Allah'ın emânından uzaklaştığımızı mı?

1990'lı yılların başlarında Medine ve Mekke'de kedi görürdüm. Hatta bir kedi, tavaf edenler arasında kendi diliyle zikrederek tavaf ediyordu. Sonraları böyle bir kedi göremedim. Hayra mı alâmetdir ey Azîzan? Yine geçenlerde Teşvikiye Cami'i'nin arka avlusunda güvercinlere buğday verirken, yanıma yaklaşan bir vatandaş: “bu güvercinlere yiyecek vermekle mahalle halkına zarar veriyorsun, bunların tüyleri hastalık getirir” kabîlinden bir uyarı nutkuna başladıktan sonra, bu nutku “-ancak bu verdiğin seninle birlikte gidecek!” müjdesiyle bağlayarak uzaklaşmış idi. “Konstanz Düşünceleri”ni, oradaki güvercin fobisini hatırlamışdım. Bu; çelişkili bir konuşma mı idi? Yoksa “çifte gerçek” görüşüne bağlı bir “halk feylesofu” karşısında mı idim?

“Mülevves Devr-i İstibdad”ın günah keçesi kılınmış olan Merhum Sultan Hamîd, manevî çevre kirliliğinin bezginliği içinde, Hareket Ordusu Süreci'nin sonucunu tevekkülle bekledi. Şimdi de “başörtüsü kıyâmı”na karşı seferber edilmiş “iddianame” sürecinin sonucu bekleniyor. Harıl harıl siyaset-toto kuponları dolduranlar da elbette çok! Manevî çevre kirliliğine de yüzyıllardır intibak ettik. Yeni Anayasa'yı da, mevcut Anayasa değişikliğinden beklenen “başörtüsü özgürlüğü”nü de rafa kaldırdık. Bekliyoruz: Canlarımız, Baykal Paşa'nın kolunda ülkeyi nihayet teşrif edecek olan “nâzende hürriyet”e “ferş-i râh” (yol halısı) olsun! 1908-2008 yüzyılının sonunda, bu açıdan iyiye doğru bir gelişme gösterdiğimiz söylenemez. Manevî çevre kirliliği daha da yoğunlaşmış. “Ulusalcılar”, ittihatçılar derecesinde bile değil!

Ne dersiniz ey “yol halısı” olmayan canlar? Manevî çevre kirliliği var mı? Varsa nasıl giderilir? Neyle giderilir? Nişantaşı'nın çeyrek kuyruklu kedisi, doğurduğu yavruları büyütebilecek mi? Kuyruk bütünlüğünü, kuyruk dokunulmazlığını koruyabilecekler mi? Yoksa çeyrek kuyruk da mı elden gidecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Hatemi Arşivi