Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

Türk'ün Türk'ten başka kurdu yoktur

Türk'ün Türk'ten başka kurdu yoktur

Sa'dî “beni âdem a'zâ-i yek-dîgerend” medeniyetinden, “olması gereken”den söz ediyordu: İnsanlar; biribirinin uzuvlarıdırlar, yaradılışda aynı cevherdendirler, zaman, bu uzuvlardan birisine bir derd iriştirirse, diğer uzuvların da duru-durağı kalmaz, onlar da huzursuz olurlar. Sen başkalarının gamından huzursuz olmayıp da aldırışsız kalırsan, adına insan denmeye lâyık olmazsın!

İnsanların iyi veya kötüyü seçme yeteneği ile yaratıldıklarını biliyoruz. Şu halde “beşer”in “insan” olabilmesi için “iyi”yi seçmesi gerekir. “İyi”yi seçmeyenlerin çokluğundan bunaldığı anlaşılan bir devr-i kadîm-lâtin-efendisi “homo homini lupus” (insan insanın kurdudur) demiştir. Orlando de Rudder, Fransa'dan bir “insan”, çok haklı olarak şöyle der: - “Beşer, beşerin beşeridir” demek gerekmez miydi? Kurtlar hemcinslerine beşerin biribirine beslediği canavarlığı ve habaseti göstermezler! - Burada, “l'homme” kelimesini “beşer” olarak çevirmek zorunda kaldım, çünkü Sa'dî'nin söylediği gibi; “insan”da “Schadenfreude” = “elin yası-benim toyum!” aşağılığı olamaz, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” düstûruna da insan olan uyamaz! (Fransa'dan bir “insan”ın kitabı için bkz: Aperto Libro, Larousse, 1989)

Biz, “insan olma san'ati”ni unuttuk ve “beşer” olmakla yetindik. “Habil” olmayı değil, “Kabil” olmayı seçtik. Sa'dî'nin sözünü bıraktık, “Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur” sözüyle şartlandık. Sonuçta o hale geldik ki “Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur” vecizesine bile değer vermeyip, “Lâik Türk'ün Lâik Türk'ten başka dostu yoktur” aşamasına ulaştık. Oysa sevgi kaynağından bağlantısı kesilen çiçekler de, yapma çiçekler de, kurutulmuş çiçekler de; “ebedî değerler”e benzemezler. İlâhî sevgi kaynağından kesilenler, bir süre sonra tam bir “giydirilmiş kütük” olurlar. Husran'a düşerler, farkında değildirler. “Hakk”ı öğütleyenleri düşman bilirler. Artık “Türk”ü bile sevemez olurlar. Bu vecîze sonuçta “kişinin kendinden başka sevgilisi yoktur” anlamına gelmeye başlar. ömrü vefa ederse bu ters yönde “nirvana” sürecinde kişi kendine bile düşman olur.

Bu süreç sadece Türk toplumu için söz konusu olacak bir süreç değildir. Her toplumda; yanlış yola sapılır ve yanlış yoldan iş işten geçmeksizin dönülmezse, sonucu çok yaman olabilir. Hitler'in Almanya'ya verdiği zararı hiçbir “yabancı” verememiştir. Saddam da Irak için Hitler'in benzeri oldu.

Kutuplaşma sürecinden, işler son raddeye gelmeksizin bir an önce kendimize gelip dönmeliyiz ey Azîzan! Baskıyla, dayatmayla; gücünü koruyabileceğini sanan yanılmıştır. Ancak “zararlı olan” yasaklanmalı, kimseye din, veya dinsizlik dini asla dayatılmamalıdır.

“Hukuk Devleti”, doğru anlamıyla, elbette amaçtır. “Hukuk Devleti” amacının önüne “istibdad”ı maskeleyen sıfatlar elbette getirilmemelidir! Ne var ki bu “sıfatlar” sadece dînî maskeli sıfatlardan ibaret değildir. Doğru anlamıyla laiklik, esasen Hukuk Devleti'nin icabıdır. Ne var ki çifte standarda “kaynak yapılmış” yanlış bir lâiklik anlayışı da, lâiklik ön plâna çıkarılarak ve Hukuk Devleti'nden soyutlanarak, zulüm vesilesi yapılamaz. Dayatmalar uzun ömürlü olamazlar. çifte standardlının mumu en çok bir seçim sonrasına kadar yanar. Urfa'da, poşili Baykal'ın Kur'an-ı Kerim dinlerken avuçlarını açmış tasvîrini ve yanındaki Sav'ı temâşâ ederken derhal şunu düşündüm: -Acaba Başsavcı bu resimden bir hafta sonra CHP'nin de kapatılması için yeni bir iddianame verecek mi? Yoksa: -yakışır haspaya! mı diyecek? “Bir millet uyanıyor”, artık hiç değilse milletin yarısından fazlası, bu gibi görüntüler karşısında Ciguli'nin şarkısını hatırlıyor: -Yapma bana numaraa! Yahut benim gibi kocalmışlar, Ziya Paşa Merhum'un mısra'ını mırıldanıyorlar: Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın? Güneydoğu halkının oy verdiği iki partinin kapatılması için elinden geleni ardına koymadıktan sonra, bir de poşisiyle DTP'nin, açık avucuyla AKP'nin oylarına talip olmak! Ne diyelim ey Azîzan?

Kapatma davası süreci başlatıldıktan ve başörtüsü davası raporundan sonra az da olsa, olmayan bir yetkinin kullanılamayacağı ve davanın reddedileceği ümîdim vardı. Ben de “Ankara'da hakimler var!” diyebilecektim. Yazık! Şimdi ancak “Allahım! bu kararı alkışlayanların aklını bir geceliğine bana ver de rahat bir uyku uyuyabileyim!” diyorum.

-AKP, şimdi redd-i hâkim talebinde bulunsun!

-çocuk musun? Böyle bir yetkisi vaa mı?

-Mahkeme'nin içerik denetimi yetkisi vaa mıydı ki? Vaa mı bunun bir izah tarzı?

-ülen sen daha bu Devlet-i aliyyeyi anlayamamışsın! Bizim için yok yoktur, sizin için yok yok demektir. Anayasa'nın eşitlik ilkesini bilem ağnamadın mı?

Bu yazımın başlığına ateş püskürecek olanlara sözüm şudur: Namık Kemâl Merhum'un şu sözünün, “asrın idraki”ne tercümesinden ibarettir: Memleket bitti yine bitmedi hâlâ sen-ben/Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Hatemi Arşivi