Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Takva” ile “marka” arasında sıkışmak

“Takva” ile “marka” arasında sıkışmak

Bundan önceki yazımı şöyle bir cümle ile bitirmiştim: “Varlıklı ama dindar Müslümanlar olarak çoğumuz “takva” ile “marka” arasında kaldık, işin içinden çıkamıyoruz”.
Eskiden böyle değildik: Müslüman hayatlar ebediyete dönüktü...
Dünya “ebedi” imiş gibi algılanmaz, “ahiretin tarlası” olarak görülüp yaşanırdı...
Mü’minler bir birlerini “çıkar” için değil, “Allah için” severlerdi.
Müslümanın içten pazarlıkları yoktu.
Müslüman göründüğü gibiydi: İçi başka, dışı başka dindara nadiren rastlanırdı.
Bir iş yapılmadan önce “günah mı, sevap mı” diye bakılır, ancak “sevap” olduğu kanaati hâsıl olduktan sonra yapılırdı...
Müslüman zenginler “ehl-i dünya” denilen “tek dünyalılar”a (ahret inancı olmayanlara) özenmez, ne kıyafette, ne siyasette, ne sosyal ve ticarî hayatta onları taklit etmezdi.
Dünyayı “mezra” olarak görür, “mükâfat”ı ebedi hayatta bekler, bu beklenti ile dünyanın “cazibedar fitneleri”ne karşı direnirlerdi.
Ebedi hayata yönelik beklentilerimiz mi kırıldı, yoksa kendimizi dünyanın cazibesine mi fazlaca kaptırdık bilmiyorum, bildiğim şu ki, git gide “tek dünyalılar” gibi yaşamaya başladık.
Hele bir de varlıklıysak, tüm emellerimize fani dünyada ulaşmak mecburiyetinde imiş gibi tüketiyoruz hayatı.
Eskiden böyle yapmaz, salt kendimiz için yaşamazdık.
Lüksümüz, tantanamız, “dünyacı” beklentilerimiz fazla yoktu...
“İsraf toplumu” değil, “infak (yardım) toplumu”yduk.
Komşumuzun başı ağrısa yüreğimiz ağrır, o aç yatıyorsa tok uyumayı “insanlık dışı” sayardık.
Bir mahallede birinin aç ve açıkta kalması demek, o mahallede yaşayan tüm zengin Müslümanların ayıplanması demekti.
Çünkü hayatı inançlar şekillendirmişti.
Hayatımızı inançlarımız şekillendirmiyor artık!..
Hayatımızı siyasal, sosyal, ekonomik, çoğu kâr amaçlı kaygılar biçimlendiriyor.
İnançlarımızı yitirmedik henüz, ama çoğunu yüreğimizle yaşamıyoruz...
Hayat tarzımızın inançlarımızla örtüşmediği gerçeği de işin cabası!
Hem “komşusu açken tok uyuyan bizden değildir” hadisi dilimizden düşmüyor, hem de en yakın komşumuzun zaruri ihtiyaçlarını görmezden geliyoruz!..
Daha da vahimi var...
Çoğumuz “moda” tutkunu olduk. “Farklı” görünme hastalığı bizim de ruhumuzu avuçladı. Kefende “marka” aranmadığını bile bile elbisede “marka” arıyoruz.
Yakında kefende de marka ararsak hiç şaşırmayacağım!
Bizi vaktiyle “İslâmi moda” ile tanıştıranlar, yakında eminim “kefen modası”yla da tanıştırırlar!
Fena da olmaz hani! Ahrete o yılın modası bir kefenle gittiğimiz zaman, zebanilerin elinden belki yakayı kurtarırız!
Tabii “Rabbin kim?” yerine “modacın kim?” diye sorarlarsa...
Eski ölçüler çoktan değişti dostlar: Artık “takva” değil “marka” yaşıyoruz!
Komşumuz açken uyumuyoruz, çünkü aç kalma ihtimali olan komşuları geride bırakıp kendimiz gibi varlıklı dindarların ikamet buyurduğu etrafı yüksek duvarlarla çevrili sitelere taşındık.
Kapıda bekçiler var. Kapılar da şifreli: İçeri hiçbir fakir, hiçbir eski komşu giremez!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi