Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Ramazan eğlenceleri” üzerine

“Ramazan eğlenceleri” üzerine

Osmanlı’da hayat, özellikle Ramazanlarda ebediyete dönerdi. Malâyaniyata dönüp bakılmaz, fani olana itibar edilmez, “günah”tan sakınılır, yanlıştan kaçınılırdı.

Kısacası herkes idrak edilen Ramazan ve Leyle-i Kadr fırsatını değerlendirip, bir anlamda “sevap biriktirmeye” çalışırdı.
İbadetlerini de keyifle yapardı. Keyifle yaptığı için de müthiş eğlenirdi.
Biz Batılı eğlencelere kendimizi kaptırdığımızdan beri Osmanlı usûlü eğlenmeyi beceremiyoruz. Beceremediğimiz için onların da eğlenemediklerini zannediyoruz.
Oysa Osmanlı ceddimiz, özellikle de çocuklar Ramazanlarda müthiş eğlenirlerdi. Öyle çok eğlence odağı oluşurdu ki; hangisine koşacaklarını şaşırır, bazılarının iddia ettiği gibi, direklerarası sapmasına kendilerini mahkûm etmezlerdi.
Öncelikle Ramazan’a hazırlık safhası müthiş bir eğlence idi...
Ailece alışverişe gidilir, alışverişten birkaç gün önce her tarafı pırıl pırıl temizlenen kiler ağzına kadar Ramazanlıklarla doldurulurdu.
Ramazan hürmetine çocuklara yeni elbiseler, yeni pabuçlar alınırdı. Böylece Ramazan’ın gelmesini bir bayram hevesi içinde beklemeleri sağlanırdı.
1) Mahya seyretmek...
İstanbul’un meşhur mahyacıları tarafından iplerin ve kandillerin hazırlanması, o dönemin çocukları, hatta yetişkinleri için bulunmaz bir eğlence idi. Saatlerce seyreder, ayrılmak istemezlerdi.
Her kandil yerine takıldığında alkışlar, takdir kelimeleri mırıldanırlardı.
Bu da mahyacıları teşvik ederdi.
2) Evin en büyük odasını teravih için hazırlamak...
Büyük oda temizlenir, sadece Ramazanlarda çıkarılan ve odayı köşeden köşeye saran Hereke halısı serilir, kenarlardan bastırılır (umumiyetle çocuklara halının kenarını bastırırlar, bu da çocukları çok mutlu ederdi; aile ile birlikte bir şeyler paylaşmanın tadına varırlardı.)
3) Teravih odasına mahya asmak...
Çocukları gerçekten önemseyen Osmanlı ceddimiz, evine mahya kurmayı severdi. Bir mahyacı çağırılır, ya da ev halkı el ele küçük bir mahya modeli çıkarırdı. Buna çocuklar bayılırdı. Böylece Ramazan’ın diğer aylardan farklı olduğu vurgulanır, her Ramazan farklı kutlama şekilleriyle anıya dönüştürülürdü...
Bir bakıma Ramazanlar biriktirilirdi.
4) Teravih...
Selâtin camilerinde, kimisi bestekâr olan davudi sesli müezzinlerin önderliğinde tekbir ve telmihlerle kılınan teravih namazları gerçekten görülmeye değerdi.
Bunda bir tuhaflık yok. İlk Paris Sefirimiz Yirmisekiz Mehmed Çelebi Paris’teki Türk sefarethanesinde maiyetiyle birlikte yaptığı iftarlarla kıldığı teravih namazlarının tüm Paris halkının dikkatini çektiğini, özellikle kadınların süslenip püslenerek her akşam iftar ve teravih seyretmeye nasıl geldiklerini “Paris Sefaretnâmesi” isimli anılarında yazdığına göre, demek ki manzara zevkle seyredilmeye değer bir manzaradır.
5) Muhammediye-mevlid okumak ve dinlemek...
Ramazanlarda evlerde hemen hemen her akşam Muhammediye (Peygamber Efendimiz’e övgü) okunurdu. Aile bireyleri kitabı sırayla okurlardı. Her gece kimin okuyacağını aile büyüğü tayin ederdi.
Eserin manzum oluşu, çocukları keyiflendirir, aynı zamanda şiir zevki de kazandırırdı.
6) Mukabele
İstanbul camilerinde mukabele başlı başına bir ziyafetti. Tanınmış kura hafızların belli bir disiplin içinde Allah kelamı karşısında sıraya girip saygıyla okumaları çocukları derinden etkiler, Kur’an merkezli bir hayata hazırlardı...
Ayrıca tanınmış isimlerin bir kitabın etrafında kümelenmesi çocukların kitaba ilgisini artırırdı. Böylece okuma alışkanlığı kazanırlardı.
7) Ramazan torbası
Bu da Ramazan’a mahsus bir eğlence, hatta bir terbiye ögesiydi. Ramazan’ın ilk günü evin hanımı duvara bir “Ramazan Torbası” asardı. Aile bireyleri canları istediğinde o torbaya Ramazan’a, yahut birbirlerine ilişkin düşüncelerini yazıp atarlar, yeni oruca başlayan gençler ilk orucu nasıl yaşadıklarını hikâye ederdi. Bu notlar, gelecek için mükemmel bir hatıra olur, aynı zamanda aile fertleri birbirlerine ilişkin düşünceleri ve eleştirileri de öğrenme fırsatı bulurlardı. Bu da çok eğlenceli olurdu.
8) İyilik kutusu
Ramazanlarda ortaya bir kutu konurdu: Üzerinde “Sadaka Kutusu” yazardı. Çocuklar bu kutuya harçlıklarından bir miktarını atar, böylece vermeyi öğrenirlerdi.
Zaten bizim kültürümüz “verme kültürü”, Batı kültürü ise “alma kültürü”dür. Bu oyunlara da yansımıştır. Bizim verince “lâdes” olur, onların “alınca” Nisan bir olur.
Sadaka kutusuna para atmada yarışmak, çocuklar arasında oyuna, hatta rekabete dönüşür, “Bakalım hangimiz daha fazla para atacağız” yarışmaları sayesinde tasarrufu da öğrenirlerdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi