Fatih Akkaya

Fatih Akkaya

Yumurta kapıya dayanınca…

Yumurta kapıya dayanınca…

Bu sondaj neyin nesi?
Akdeniz’de neler oluyor?
Terör belasından ihmal ettiğimiz bir olay bu.
Oysa o kadar önemli ki…
Adamlar gözümüzün içine baka baka hanemize tecavüz edip, malımızı çalmaya çalışıyor adeta.
Ve biz Türkiye olarak, bu tehlike karşısında yıllarca uyumuşuz iyi mi!

Şimdi, bakın:
Akdeniz’de Türkiye’nin yanı sıra Yunanistan’dan İsrail’e kadar diğer tüm kıyıdaş ülkeler pay sahibi.
Uluslararası hukuka göre deniz yetki alanları kıyıdaş ülkeler arasında anlaşma ile belirlenir.
Akdeniz’de ise bu böyle olmamış.
AB’nin şımarık çocuğu Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, ağabeyi Yunanistan ile dirsek teması içinde, 2004’te harekete geçerek, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı hattına sahip olan Türkiye’yi neredeyse Antalya Körfezi’ne hapsedecek bir politika izleyip, 2010’da İsrail ile sınırlandırma anlaşması yapıyor…
Sözde Münhasır Ekonomik Bölgesi’ni yani MEB’ini Türkiye ve KKTC’nin haklarını gasp edecek şekilde tek taraflı olarak ilan ediyor.
Bu işgalin ardından da bu sözde yetki alanları içinde doğal gaz ve petrol arama faaliyetleri için uluslararası şirketlere ruhsat vermeye başlıyor.
Bugün yaşanan kriz, bu süreçte gelinen noktanın bir sonucu.

Konunun daha net anlaşılması için, Rumlar tarafından hazırlanan bir haritadan bahsetmek istiyorum:
Türkiye’nin Akdeniz’deki yaklaşık “Münhasır Ekonomik Bölgesi” 145 bin km kare iken, Yunan ve Rumlar tarafından hazırlanan haritada bu 41 bin km kare olarak gösteriliyor.
Geriye kalan 104 bin km kare ise Yunan ve Rumlar tarafından paylaşılmış.

Rum Yönetimi’nin bu şekilde işgal ettiği alan için ruhsat verdiği şirketlerden biri olan Noble Energy, Kıbrıs’ın güneyinde hidrokarbon yatakları keşfi için sondaja hazırlanıyor.

Peki bu bir avuçluk Rumlar, bu gücü nerden buluyor?
Bana göre, bu sorunun ilk cevabı “bizden” olmalı.
Evet evet bizden, yani Türkiye’den.
Türkiye malının farkında olmayınca, malına sahip çıkmayınca…
Rumlar gelmiş çökmüş…
Rumlar bunu kendi başlarına da yapmıyorlar.
1-Noble Energy’nin, İsrail ortaklı bir Amerikan şirketi olması…
2-Sırtlarını AB’ye dayamış olmaları…
3-Türkiye’ye karşı her zamanki gibi küstah olmaları.
Diğer gerçekler.
“Peki değer mi? Akdeniz’de bizim MEB’imizi, kendi MEB’leri gibi gösteriyorlarda ne oluyor” diye mi soruyorsunuz.

İşte onun cevabı da şu:
Yanı başlarındaki İsrail MEB’i içerisinde değeri yüz trilyon dolarlarla ifade edilen doğal gaz yataklarının benzerini sözde kendi MEB’i içerisinde keşfetme ümidi içindeler.
Hesaplanan rakamlar dudak uçuklatacak cinsten.
Halihazırda İsrail’in Leviathan ve Tamar sahalarında ispatlanmış doğal gaz miktarı yaklaşık 700 milyar metreküp ve bu yüzde 50 olasılıkla, 1.8 trilyon metreküpe kadar çıkabilir.
Sadece Leviathan sahasındaki ispatlanmış 453 milyar metreküplük doğal gaz miktarının, 25 Avrupa ülkesine 30 yıl yetecek büyüklükte olduğu belirtiliyor.
Bu rakamlar sadece İsrail’in MEB’i içerisinde kalan doğal gaz için geçerli.
Ölçeği genişletip Kıbrıs-İsrail-Mısır-Girit arasındaki deniz bölgesine bakıldığında ise, Rum Yönetimi’nin iştahının niye bu kadar kabardığı daha da iyi anlaşılıyor.
Zira, ABD Jeolojik Araştırma Merkezi’nin tahminleri de dahil olmak üzere, Doğu Akdeniz’e yönelik araştırma sonuçlarına göre söz konusu deniz bölgesinde, yine yüzde 50 olasılıkla, toplam 15 trilyon metreküplük bir doğal gaz rezervi mevcut.
Trilyon metreküplerle ifade edilen bu doğal gazın nakit cinsinden ifade ettiği değer ise baş döndürücü:
Satış fiyatı ortalama 100 dolardan, 15 trilyon metreküp doğal gazın satış bedeli 1500 trilyon dolar yapıyor.
Halen içinde bulunduğu ekonomik zorluklar göz önüne alınırsa, Rum Yönetimi’nin bu trilyon dolarlarla başının dönmesini makul karşılamak gerekiyor!
Rum Yönetimi’nin tek taraflı olarak ilan ettiği MEB’inde her türlü sondaj faaliyeti yapmasını haklı bulduklarını deklare eden başta Yunanistan olmak üzere bölgedeki zenginlikte gözü olan diğer ülkelerin de bu cazibenin etkisine kapılmış durumda oldukları ortada.

Peki Türkiye, hemen yanı başındaki bu enerji girdabının ve bölge jeopolitiği değiştirecek ölçekteki süratle yaşanan gelişmelerin neresinde?
Örneğin, Türkiye’nin MEB’i ne derece bu zengin hidrokarbon yataklarını kapsıyor?
MEB’leri bizimkine komşu olan diğer kıyıdaş ülkelerle/yönetimlerle sınır ihtilaflarımız var mı?
Ve de en önemlisi, bu ihtilafların Türkiye’nin menfaatlerini koruyacak şekilde ele alınmasına ilişkin siyasi irade ne kadar kuvvetli?
Özetle, Türkiye denizine sahip çıkabiliyor mu?
İnanır mısınız…
Rumlar işi adım adım bu noktaya getirirken, Türkiye maalesef arada bir hamasi nota vermiş o kadar…
Edindiğim bilgilere göre, Türkiye devlet olarak kendi MEB’inin sınırlarını bugüne kadar resmen deklare bile etmemiş…
Böyle olunca o bir avuç Rum Yönetimi’nin işgal planının işlemesi çok da zor olmamış.
Ve bu güne gelinmiş.
Anadolu’da bir söz vardır ya, “yumurta kapıya dayanınca…” diye.
Aynen böyle bir durum.
Bağırdık çağırdık.
Sonra da Akdeniz’e çıkara çıkara 7 metre eninde, 34 yaşında bir gemi çıkardık.
Yıllar önce malımıza sahip olsaydık, böyle mi olurdu?
Yeni anladık, Akdeniz’in altında yatan zenginliği.
Rumların sondaj çalışmasının engellenmemesi halinde, uzlaşmaya ve pazarlığa tabi alanlar bir tarafa…
Kesin olarak Türkiye’nin MEB’i içerisindeki deniz alanlarında bile Rum Yönetimi adına doğal gaz/petrol arama/çıkarma faaliyetleri yürüten çok uluslu şirketlerle karşılaşmamız ve gerçekte Türkiye’nin bugünkü ve gelecek nesillerinin payı ve hakkı olan zengin kaynakların başkaları tarafından yağmalanışını seyretmemiz kaçınılmaz olacak.

Bu da binlerce trilyon dolarlık bir zenginlikten mahrum kalmamız anlamına geliyor.

Türkiye’nin denizindeki her bir santimetrekarelik hakkına sahip çıkma bilinci ve ciddiyeti içinde hareket etmesi ve uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde sahip olabileceği MEB’ini tekrar tekrar dikkatlice hesaplaması gerekiyor.
Bizden söylemesi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Akkaya Arşivi