Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Önce insan

Önce insan

“Önce insan”, evet. Bu bizim hem dini, hem de millî kültürümüzün ön şartıdır...
Çünkü kutsal kitabımız Kur’an, her şeyi insan ekseninde, insanın hayrı için değerlendiriyor.
Millî kültürümüzün temelinde de, aynı anlayış var: Osman Gazi’nin maneviyat önderi ve kayınpederi Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye öğütlerinin bir yerinde şunu söylüyor: “Oğul Osman, insanı yaşat ki, devlet yaşasın!”
Çünkü insan hayatın kıblesidir. Kâinatın kıblesi hayat, hayatın kıblesi insan, insanın kıblesi Kâbe’dir!
İnsanı salt sözle yaşatamazsınız. Onun öncelikle kendini özgür hissetmesi lâzım. İnançta özgür, itikatta özgür, ibadette özgür, kıyafette özgür, seyahatte özgür, ticarette özgür olmalı...
Yanısıra karnı doymalı. Bunun için de çalışabileceği iş alanları açılmalı.
Huzur içinde korkusuzca seyahat edebilmeli, (asayiş) mal alıp satabilmeli.
İnsan en önemli şeydir. Çünkü hayatın merkezidir. Her şey insanın rahatına, huzuruna yöneliktir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Hayat insana musahhardır.” (yardımcıdır, hizmetçidir—Sadece insan kendi hayatını zorlaştırmak, dünyasını cehenneme çevirmek için çabalar ki, bu apayrı bir konudur. Nedenlerini inşallah bir başka gün tartışırız).
İnsan o kadar değerli ki, Allah, yarattıkları içinde sadece onu muhatap almış. Cennet’i sadece onun için halketmiş. Tabiî Cehennem’i de. İnsan ikisi arasında tercih yapma hakkına sahip (irade-i cüz’i)... Yani insanın Cehenneme gitme özgürlüğü de var.
Sevmediğimiz, umursamadığımız, yardım elini uzatmadığımız varlık işte böylesine komplike, âdeta kutsal bir varlıktır.
“Hayatın merkezi” derken de zaten bunu kastediyordum. Böyle bir varlığa yardım eli uzatılmaz mı?
*
Konu biraz da kendiliğinden açıldı: Madem açıldı hadi yardımlaşmayı konuşalım... Konuşalım çünkü hayat tümüyle bir yardımlaşmadır. En basitinden, güneş suya yardım eder, su buharlaşıp bulutlaşır, rüzgâr buluta yardım eder, soğuk alanlara taşır, bulut kümesi yağmur olup tekrar yere döner, bitkilere yardım eder... Ağaçlar yeşerir, çiçekler açar, meyveler olur.
Bu dengeli yardımlaşma hayatın her alanında mükemmel biçimde mevcuttur ve biz buna “Ekolojik denge” diyoruz. Yani kâinatta her varlık kendine düşen görevi yapıyor: İnsan müstesna! İnsan zaman zaman görevini aksatıp, hem kâinatın dengesiyle oynayabiliyor, hem de kendi yaradılış hikmetine aykırı davranabiliyor... İsyan edebiliyor... Yaratıcısını inkâr edebiliyor... Fakat Yaratıcısı tarafından öyle çok seviliyor ki, anında cezalandırılmıyor. Cezalandırılsaydı, herhalde dünyada “insan” denen varlıktan eser kalmazdı.
Dinî ve millî kültürümüzde insan araç değil, amaçtır... İnsan neye inanırsa inansın, nasıl düşünürse düşünsün, nasıl konuşursa konuşsun, nasıl giyinirse giyinsin, düşman olmamak kaydıyla insan insandır ve insan olarak saygıya, sevgiye lâyıktır.
Bu yüzden Osmanlı Devleti, insanın başka insana boyun bükmeden haysiyetiyle yaşayabileceği bir ortam oluşturmaya çalışmış, devleti tam bir “yardımlaşma kurumu”na dönüştürmüştür.
Devlet ve fert çapında, hayırda öyle bir yarış vardır ki, Rodos henüz fethedilmeden, hayır-hasenat işleri başlamış, Serdar Mustafa Paşa, Kanuni Padişah’ın gelmesini Rodos’un Öküz Burnu Limanı’nda beklerken askerlerini karaya çıkarmış, fethedip edemeyeceği henüz belli olmayan Rodos’a yollar, çeşmeler, dinlenme yerleri yaptırmış, su getirmiş, yörenin aç köylülerine yiyecek dağıttırmıştır.
Düşününüz ki, Padişahlar, vakıf aşhanelerinde fukaraya yemek dağıtmakta, (bir anlamda garsonluk yapmakta) fakat yemek verdikleri fukarayı minnet altında bırakmamak, onları ürkütmemek için baş kısımlarını ahşap bir perdeyle kapatmaktadırlar.
Şimdi biz bu yardım anlayışının acaba neresindeyiz?
Unutmayalım ki, hayat, kâinatta var olan güzellikleri fark etme sanatıdır.
Kâinattaki en güzel ve en güzide şey de insandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi