Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Reytinge bağlı hayatlar

Reytinge bağlı hayatlar

Müge Anlı isimli tv. “programcı”sının reytingi, depreme ilişkin gaftan sonra iyice düşmüş... Yakında programı kaldırılır diyorlar.

Öyle olur, çünkü bazı hayatlar “doğru üretim”e değil reytinge bağlı: Yani reytinginiz kadar varsınız!
Reyting yükseldikçe yükselir, düştükçe düşersiniz. Nihayet yok olur, unutulursunuz.
Bu bir yana, sosyal medyada “Gülben Ergen kitap yazıyor” şeklinde bir başlık görünce, doğrusu hiç şaşırmadım...
Yazar mı, yazar! Bir kere “şöhret” oldunuz mu ne “birikim” gerekir, ne “vukufiyet”, ne konuya “hâkimiyet”; çalakalem karalar, “Ben de yazdım” diye ortalıkta dolanırsınız.
Hatta kitap fuarında en “değme” yazarlara “taş” çıkartır, insanları imza kuyruğuna dizersiniz...
Hezeyanlarınızı “fikir”, bin kere söylenmişi tekrarlamayı “orijinalite” zannedip Nasreddin Hoca’nın hindisi gibi kabarabilirsiniz de...
Hatta şöhret düşkünleri sizi “yazar” sayıp soru sordukça kendinizden geçebilir, “Küçük dağlar benden sorulur” havasında “ahkâm” üstüne “ahkâm” bile kesebilirsiniz... Bence hiçbir engeli yoktur! Tencere yuvarlanır, kapağını bulur!
“Böyle okura böyle yazar” der geçersiniz. Çünkü magazin âleminin meşhuruysanız her türlü saçmalama hakkınız olur! Zaten tümüyle saçma-sapan bir dünyanın insanı olmak böyle “imtiyaz”lar veriyor insana.
Şarkıya benzemez şarkılarınızı dinleyen, programa benzemez programlarınızı izleyen hazır bir kitle var nasılsa. Ne yapsanız “keramet” sayılıyor. Bu durumda mankenlikten, dansözlükten şarkıcılığa, şarkıcılıktan yazarlığa neden geçmeyesiniz?
Daha önce de benzerlerini gördük: Kimi “meşhur”ların yazdığı kapaktan ve kapaktaki “dekolte” fotoğraftan ibaret kitaplar çıktı piyasaya. İmza günlerinde kuyruklar oluştu. Bakıp bakıp düşündüm: “Onun yazdığı kitapsa, Tarık Buğra’nın, Kemal Tahir’in yazdıkları ne?”
Bir bakıyorsunuz adı sanı duyulmamış biri, iki program sonra “meşhur” olup ortalığı velveleye veriyor!.. Programları reyting rekorları kırıyor... Şarkılarına çığlık çığlığa eşlik ediliyor...
Sonra bir de bakıyorsunuz, son yaptığı program (ya da CD) tutmamış, reytingi düşmüş, bizim “yapay şöhret” saman âlevi gibi sönmüş. Bir ay içinde kimse hatırlamıyor. Tabii bu sürede yeni bir şöhret üretiliyor...
Televizyonlara da reyting lâzım: Reyting=reklâm=para!
Kusura bakmayın, alınmayın, ama çoğunuzun tanıdığı “meşhur”ları ben tanımıyorum. Sadece ben değil, sürekli televizyon seyretmeyen hiç kimse tanımıyor...
Çünkü şöhretleri “doğru üretim”lere değil, televizyona bağlı. Böyle olduğu için de medya ürettikleriyle değil (kalıcı hiçbir şey yok çünkü), kıyafetleriyle, aşklarıyla, evlilikleriyle, boşanmalarıyla ilgileniyor.
Arada bir onlar da bu durumdan rahatsızlık duyuyor olmalılar ki, “aşk-meşk” durumları fazla uzayınca “Özel hayatımla değil, işimle gündeme gelmek istiyorum” deyiveriyorlar. Peki hangi “iş”?.. Ömrü bir ay bile sürmeyen “şarkı” mı “iş”, varlığı aldığı reytinge bağlı “dizi” mi yoksa?..
Bunlara bir de “sanat” demezler mi, ört ki ölem! Bu “sanat”sa, Itri’nin, Dede’nin, Hafız Burhan’ın, Alâattin Yavaşça’nın, Münir Nurettin’in yaptığı ne?..
Bu “film”se, Clark Gable’nin oynadıkları ne?..
Hele de incir çekirdeğini doldurmayan, hiçbir derde çare üretmeyen, hiçbir problemin çözümüne katkı yapmayan, ayrıca hiçbir “nezahet”, “nezafet”, “nezaket” kaygısı taşımayan o yüzeysel programlar...
İnsanın genzinde demlenmemiş çay gibi çiğ bir tat bırakmanın dışında ne bırakıyor Allah’ınızı severseniz?
“İnsanları eğlendiriyoruz” mazeretine kimse sığınmasın. Zira “eğlence”de bile bir “seviye” aranır. Bu yapılanlar insanları eğlendirmek değil, düpedüz tüketmek! Hem zamanı, hem insanı tüketiyorlar.
Türkiye reytinge bağlı yapay şöhretlerin ülkesidir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi