Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Cellât

Cellât

“Cellât Mezarlığı”nı hiç duydunuz mu?
Böyle bir mezarlık var. Hukuk adına da olsa, cellâtlık mesleği, toplum tarafından o kadar aşağılanmıştır ki; cellâtlar normal mezarlıklara kabul edilmeyip dışlanmıştır. Devlet de onlara ayrı bir mezarlık tahsis etmek durumunda kalmıştır.
İşte o mezarlık Eyüp Sultan’dadır.
Teleferikle meşhur Pier Loti Tesisleri’ne çıkın. Mezarlığı ikiye bölen yolda yürümeye başlayın. Tesisleri geçin. Karyağdı Baba Tekkesi ve türbesine ulaşın. Türbenin şöyle böyle 100 metre ilerisinde bir mezarlık göreceksiniz. Gördüğünüz o mezarlık “Cellât Mezarlığı”dır.
Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin en lânetli isimleri o mezarlıkta yatıyor.
Asri mezarlıklarda, özellikle de Eyüp Sultan Mezarlığı'nda ebediyete uyuyanların mezar taşlarına künyeleri yazılıdır.
O taşları okumak, harf inkılâbından sonra büyük bir maharettir, ama çok da büyük bir keyiftir. çünkü mezar taşındaki yazılar insanı tarihin içine çeker. O mezarda yatan kişinin sadece doğum ve ölüm tarihlerinin yanı sıra adını, ünvanını, mevkiini-makamını, hattâ tarikatını bile öğrenirsiniz.
Kişinin mesleğini ve tarikatını okumak, taşın üzerindeki yazıları okumaktan biraz daha zordur; çünkü bunlar simge ile anlatılmıştır.
Sözgelimi mezar taşındaki Mevlevi külahı, o mezarda yatanın Mevleviliğine, katmerli sarık ulemadan olduğuna, savaş topu işlemesi Topçu Ocağı’na mensubiyetine, açık kitap kabartması ilim ehlinden oluşuna işarettir.
Cellât mezarlarında böyle şeyler bulamazsınız. Ne mesleklerine, ne mensubiyetlerine, ne de makam ve mevkilerine ilişkin en küçük bir işaret dahi yoktur. Ya da yaşamlarına dair en ufak bilgi bulmak imkânsızdır. Zaten cellâtların mezar taşları son derece kaba ve dayanıksız taşlardır. Sanki bir an önce eriyip gitmesi amaçlanmıştır.
Bir zamanlar yalnızca cellâtlara mahsus olan bu mezarlığa Cumhuriyet'ten sonra, muhtemelen yer darlığından dolayı, normal insanlar da gömülmeye başlanmış, böylece cellât mezarlığında cellâtla kurban birbirine karışmıştır.
Cellât Mezarlığı’na son gidişimde mezar taşlarından sadece birkaç tane kalmıştı. Aradan sanırım 10 yılı aşkın bir süre geçti. Belki onlar da yok olmuştur.

Osmanlı Devleti, kurumlar ve kurallar devletiydi. Devlete herkesin yeri, her şeyin sistemi belirlenmişti. Cellâtların da bu sistem içinde yerleri vardı.
Osmanlı’da cellâtlık bir meslekti ama hor ve hakir bir meslekti. Cellâtlar genel olarak Hırvat dönmesi ya da çingeneler arasından seçilirdi. İnfaz sırasında, infaz ettikleri kişinin tanıması ihtimaline karşı, tüm yüzlerini kapatıp sadece gözlerini dışarıda bırakan bir maske takarlardı. Bu onları daha da korkunç bir hale getirirdi.
Yükselme Devrinde Bostancı Ocağı bünyesinde bir Cellât Ocağı kuruldu. 17. yüzyılda bu ocağa bağlı 5 cellât vardı. Cellâtlık, nadiren iş yapan bir geçim kapısına dönüştüğü için cellât sayısı git gide arttı ve 18. yüzyılda 70’e ulaştı.
Cellâtların başında yer alan cellâta “Cellâtbaşı” denirdi. Cellâtbaşı, Bostancı Ocağı’nın komutanı konumundaki Bostancıbaşı’ya bağlıydı. Ocağa giren cellât adayları, önce usta bir cellâdın yanında “yamak” olarak çalışır, ardından “kalfa” ve “usta”lığa yükselirlerdi.
Cellât Ocağı, Tanzimat (1839) sürecinde Sultan Abdülmecit tarafından kaldırıldı. Bu tarihten sonra saraya cellât sokulmadı. Sadece ihtiyaç duyulduğunda bulunuyordu.
Osmanlı tarihi içindeki cellâtların en ünlüsü Sultan İbrahim’in cellâdı olarak da bilinen Cellât Kara Ali’dir. Osmanlı tarihinin en mahir, en acımasız ve soğukkanlı cellâdı olarak bilinen Kara Ali, Sultan İbrahim’in tahttan indirilmesi ile sonuçlanan olaylar sırasında, önce Sadrazam Ahmet Paşa'yı, ardından da Sultan İbrahim’i boğmuştu.
Bazen cellâtlarla kurbanlar arasında ilginç diyaloglar geçerdi. Meselâ, 2. Viyana Kuşatması’nda bozguna uğradığı için Sultan 4. Mehmed tarafından hakkında idam fermanı çıkarılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, idamından hemen önce namazını kıldı, duasını etti, cesedinin doğrudan toprağa düşmesi için odasının içinde bulunan kilimleri toplattı ve sonra cellâdına dönerek, “Vazifeni maharetle ve çabucak yap, incitme” dedi.
İstanbul’da âdi suçlular ya suçu işledikleri mahalde, ya da Parmakkapı’da asılarak idam olunurlardı. Yeniçerilerden idamlık suç işleyenleri ocak içindeki askeri cellâtlar, başını “cellât satırı” denilen bir kılıçla keserek infaz ederlerdi.
Siyasi suçluların boynu ise, Topkapı Sarayı içerisinde yer alan Bab-ı Hümayun ve Babüsselâm arasındaki (Birinci Avlu) yerde bulunan “Cellât çeşmesi”nin önünde vurulurdu. İşini bitiren cellât, kullandığı malzemeye bulaşan kanı, bu çeşmede yıkayarak temizlerdi. Zaten çeşme bu sebeple “Cellât çeşmesi” adını almıştı. çeşmenin önünde “İbret Taşı” denen bir de sütun vardı. (Hâlâ da var.)
Asıl soru şu: 700 yıl süren Osmanlı asırlarında mı, yoksa 80 küsür senelik Cumhuriyet döneminde mi cellâtlara daha çok iş düşmüştür?


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi