Mandela gibi dönebilir

Mandela gibi dönebilir

Başbakan Erdoğan’ın dünkü grup konuşmasına ilgi büyüktü. İlgi yoğunluğunun asıl nedeni, Anayasa Mahkemesi’nin son kararına ilişkin hiç değerlendirme yapmamış olması ve yeni yol haritasına ilişkin ipuçları vereceği beklentisiydi. Cevabı aranan asıl soru ise şuydu: Siyaseti vesayet altına alma girişimlerine karşı hangi yöntemi izleyecek? çatışacak mı, yoksa teslim mi olacak?

önce şu tespiti yapalım ve irdelemeye tersinden başlayalım; Belki retorik açıdan tercih edilmiş kimi kelimeler ve özel vurgular, yüksek dozlu bir konuşma izlenimi oluşturabilir ama özünde çatışmacı değil tansiyonu düşürücü bir konuşmaydı. Bu yaklaşım kendi içinde ‘çatışma’ beklentisine karşı cevabı da barındırıyor.

Başbakanın sözlerinden çıkardığım sonuç şudur; Tüm hukuk dışılığına rağmen Anayasa Mahkemesi’nin son kararını kabullenmiş durumda. Hukuka inanç da bunu gerektirir. Ama karara uymak ve yanlışı söylemek aynı durum değildir. Başbakan, meclisi vesayet altına alma teşebbüsü olarak değerlendirdiği Anayasa Mahkemesi kararını eleştirirken, karar vericileri toplumu ikna edici gerekçelerini açıklamaya çağırdı.

Ayrıca başbakanın, Anayasa Mahkemesi’nin anayasadaki konuşlanma koordinatlarını yeniden düzenleyen ve kamuoyunda ‘misilleme’ olarak algılanabilecek türden bir proje üzerinde durmadığı izlenimini edindim. Ahmet İyimaya ve Köksal Toptan’ın önerilerini, konuyu sıcak tutma ve kamuoyunun bu tartışmaya ilgisini çekme bakımından yararlı görse de parti politikasına dönüştürme niyetinde olmadığını gözlemledim.

Şifre cümle

Peki bunun anlamı nedir?

Erdoğan’ın şu sözleri şifre gibi: ‘Kendimizi geri çekmeden ama kimseyi de dışlamadan yolumuza devam edeceğiz.’

Yani, diklenmeden dik durmak. Başka bir ifadeyle, kurumlararası çatışmaya girmeyecek ama hava sahasının ihlaline izin vermeyecek. İyi güzel de, Anayasa Mahkemesi, türbanla ilgili verdiği kararla siyaset sahasını ihlal etmedi mi? Etti... O halde?

Deniyor ki; Bazen daha yükseğe zıplamak için iki adım geri atmak gerekir. Bulunduğunuz sabit noktadan sıçramakla, iki adım geri atıp koşarak zıplamak arasında irtifa farkı vardır.

‘Koşarak zıplamak’; Yargıtay için kapatma davası, Genelkurmay için Sincan’da tankların yürütülmesi, Anayasa Mahkemesi için 367 kararı olabilir ama bir siyasi parti için geçer akçe, sandıktır, milletin sinesidir.

O nedenle, AK Parti, yeni yol haritasını, daha çok kapatma davasının muhtemel sonuçlarına göre belirlemiş durumda. Anayasa Mahkemesi kararını verinceye kadar meclis çalışmalarını sürdürecek ve kapatma halinde yeni seçim tarihi belirlenecek. Bu seçim, ara ve yerel seçimlerin birleştirilmesi yönünde olacak. Mahkemenin gerekçeli kararı açıkladığı tarihe bağlı olarak, yeni seçim takvimi netleşecek.

Ama şimdilik ufukta erken genel seçim yok. Yarın şartlar ne gösterir bilemeyiz. Bugün için görünen manzara böyle.

çankaya’ya dönüş

Kapatma davasını önleyici hukuki tedbirlere şu ya da bu sebeple başvurulmadığı ve karar açıklanıncaya kadar yasama faaliyetlerinin sürdürülmesi kararı alındığına göre, başbakanın tek umudu bağımsız milletvekili seçilmek, olmazsa kendini millete emanet etmektir.

Bir nevi Mandela gibi. Milli iradenin gücüne sırtını yaslayıp mavi kanlı Beyaz Türkler’in içine sindiremediği iktidarını bürokratik oligarşinin pençelerinden kurtarıp, soluğu çankaya’da alabilir.

Yüksek Seçim Kurulu, referandumda kabul edilen anayasa değişikliğini, ‘Gül’ün görev süresi 7 yıldır, 5 artı 5 formülü sonraki seçimde uygulanır’ şeklinde yorumlarsa, muhtemel 5 yıllık siyaset yasağı, 2014 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçiminden önce sona erer ve Erdoğan’ın adaylığı önünde hukuki engel kalmaz.

Erdoğan, bağımsız milletvekili adayı olabilirse durum değişir ve kısa bir aradan sonra bıraktığı başbakanlık koltuğuna yeniden dönebilir. Bu durumda bugünden farklı olarak AK Parti yerine kurulacak partiye yeni genel başkan ve meclis grup başkanı gerekir.

Mahkeme bizi şaşırtır mı?

Bir bakarsınız, Anayasa Mahkemesi bizleri ters köşeye yatırır ve Yargıtay başsavcısının kapatma talebini reddeder. Genelkurmay başkanının ‘malumun ilanı’, hava kuvvetleri komutanının ‘aksi anormal olurdu’ laflarından sonra böyle bir sonuç nasıl çıkar, doğrusu merak ediyorum.

AK Parti’de ‘Anayasa Mahkemesi türbanla ilgili kararı verdikten sonra partiyi kapatmayabilir. çünkü davanın asıl sebebi türbandı, kapatma gerekçesi ortadan kalktı’ diye düşünenlerin sayısı az değil.

Velev ki, Anayasa Mahkemesi, AK Parti’yi kapatmadı. O zaman Türkiye rahat bir nefes alır ve demokratik kurallar işlemeye devam eder. AK Parti ile hesaplaşma sandığa kalır. AK Parti ile yola devam veya tamam kararını millet verir.

Kurulduğu tarihten bu yana olağanüstü ‘kriz’ ve ‘rejim tartışmaları’ gölgesinde seçime giden AK Parti, ilk kez günah ve sevaplarının gerçek manada tartıldığı bir seçim sürecinde teste tabi olur. Doğrusu da budur.

Millet adına yetki kullanan siyaset mühendisleri, siyaset tarlasını yeniden sürüp topladıkları cılız hasatla kendi zihinlerinde yarattıkları öcüyü alt edeceklerini düşünüyorlarsa, bir kez daha yanılacaklardır.

Siyasi tarihimiz, ibret verici öykülerle dolu. Yine bir yargı kararıyla idam sehpasına götürdüğümüz Adnan Menderes’e bu millet iade-i itibar yaptı, Süleyman Demirel ve Turgut özal’ı çankaya’ya taşıdı. Partiler kapatıldı, veto kıskacına alındı ama milletin gönlünde yeşerip serpildiler. Kobay partilerin yerinde ise yeller esiyor.

Bakalım, tarih nasıl tekerrür edecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi