AK Parti’nin önündeki asıl soru

AK Parti’nin önündeki asıl soru

önceki akşam geç saatlerde televizyon başında o kanaldan bu kanala geziyordum. Bir kanaldaki hararetle tartışmaya kısa bir süre takılıp kaldım. İkisi başörtülü dört hanımefendi, sunucuyla birlikte Anayasa Mahkemesi’nin son kararını tartışıyordu. O ana kadar ne konuştuklarını bilmiyorum. Ama benim seyrettiğim bölümde konu çok önemli bir noktaya geldi.

Sunucu ısrarla başörtülü konuklarına ‘Siz kendi hakkınızı savunuyorsunuz. Ama mesela eşcinsellerin haklarını da aynı ölçüde savunabiliyor musunuz?’ sorusunu yöneltti. Geçtiğimiz haftalarda kapatılan bir dernek de tartışmanın gündemine geldi.

Program sunucusu, başörtülü katılımcılardan istediği cevabı alamadı. Onun aradığı cevap aşağı yukarı şöyle özetlenebilir: ‘Evet, nasıl ki biz örtünme hakkımızı savunuyorsak, her türlü farklı yaşama biçimini de aynı ölçüde savunuruz.’

İki konuğun verdiği cevaplar, ‘Biz kendi hakkımızı aramakla meşgulüz’ şeklinde ortaya çıktı.

Bu basit bir tartışma değil. Bu tartışma, aslında Türkiye’de bizim ‘siyasi kriz’ diye adlandırdığımız sürecin ta kendisi. AK Parti iktidarı ve onun temsil ettiği siyasi akımın gelip dayandığı ve bir şekilde yüzleşmek zorunda kaldığı sorun, tam olarak bu.

Daha geniş ifadeyle Türkiye’de dindar olarak adlandırılan çevrelerin siyaset sahnesine taşımakta zorlandığı, bir şekilde topu taca atarak idare ettiği sorun geldi kapıya dayandı.

Bu sorunun cevabı, bir şekilde siyasetin geleceğini ve bir sonraki dönemde kimlerin hangi siyasi kodlarla yoluna devam edeceğini ortaya koyuyor.

Soruyu tekrar ve net olarak ortaya koyalım.

‘AK Parti, başörtüsü ya da türban konusunda verdiği mücadeleyi, farklı alanlardaki farklı talepler üzerinde de verecek mi? Aynı kararlılığı farklı yaşama biçimleri konusunda da gösterecek mi?’ Bu sorunun ‘Biz herkesin farklı yaşama biçimine saygılıyız’ın ötesinde anlam taşıdığını gözden kaçırmayalım.

Türkiye’de başörtüsünü ‘inancının gereği’ olarak tanımlayan çok sayıda birey var. Ama bunu daha çok bir ‘özgürlük’ ve ‘hak’ arayışı olarak ifade etmeyi tercih ediyor.

İktidarın yaşadığı ikilem de aşağı yukarı bundan ibaret.

Turgut özal ve 24 Ocak kararlarıyla başlayan ‘ekonomik liberalizm’, kendisiyle aynı boyda bir ‘siyasi liberalizm’i üretemedi. Siyaset, farklı maskeler ve kılıflar bularak bundan hep kaçtı. Ekonomide uçsuz bucaksız alanlara yelken açsa da, siyaseten ve yaşam tarzı olarak aynı hızda ilerlemeye direndi.

1990’ların sonu ve hele 2000’li yıllar bu direnişi yavaş yavaş kırmaya, siyaseti de aynı yönde dönüştürmeye başladı. Nitekim bu dönüşüm, AK Parti’nin ortaya çıkış hikayesi aynı zamanda. Bu siyasi hareketin daha yolun başında kendisine ‘yenilikçi’ demesi, elbette tesadüfi değil.

Peki neden modernleşme tarihinin belki de en kritik aşamasında, köken itibarıyla ‘dindar’ bir siyasi harekete ihtiyaç var?

Onun cevabı kabaca şöyle verilebilir. Türkiye’de ‘din’den bağımsız bir modernleşme hareketi bugüne kadar başarılı olmadı. Bugünden sonra da olması zor.

Uluslararası merkezlerde Türkiye’deki yeni ‘din yorumları’na bu kadar ilgi gösterilmesi tesadüf değilse; önümüzdeki günlerde bu konularda çok ciddi tarıtşmalarla karşı karşıya kalacağız demektir.


Irak’taki İran ve hızlanan süreç


İran’ın Irak’ta sağladığı etkinliği ve bunun bölgemizdeki muhtemel yansımalarını sıkça gündeme getirdik.

Şimdi bir sonraki aşamaya geçiliyor. İran, Irak’ta sağladığı etkinliği adeta bölgeye ve dünyaya ilan ediyor.

Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Adil Abdulmehdi’yi kabul eden İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın şu sözlerine dikkat: ‘Irak, zorba politikaların dairesinden çıkarak İslam dünyası istikametinde ilerliyor. İran’la Irak’ın derin tarihi ilişkileri var. Irak’ın güvenliği ve gelişmesi, İran’ın güvenliği ve gelişmesidir.’

Yine İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’yi kabul ederek, iki ülke arasındaki yakınlaşmaya vurguda bulundu.

İran’ın ABD yönetiminin belki de en sıkıntılı olduğu bir ülkede böyle bir güç gösterisinde bulunması ne anlama geliyor?

Kuşkusuz öncelikle pazarlıkta elinin ne kadar güçlü olduğunu söylüyor Tahran yönetimi. Lübnan örneğinde olduğu gibi bölgede ‘kriz merkezi’ değil, ‘sorun çözen ülke’ imajını da vermeye çalışıyor.


DP’nin devamı Ruhat Mengi mi?


İki gündür Vatan’da Ruhat Mengi, bir şekilde ‘AK Parti, Demokrat Parti’nin devamı değildir’ demeye gayret ediyor.

Bunun için Süleyman Demirel’i aramış, Aydın Menderes’le konuşmuş. (Daha doğrusu kendi ifadesiyle Aydın Bey’den fırça yemiş.)

Aydın Menderes, ‘AK Parti, DP’nin devamı olabilir mi?’ sorusuna, ‘Demirel’in 27 Mayıs’ı onayladığı bir yerde herkes her iddiada bulunabilir’ diye bence çok hoş bir cevap vermiş.

Anlamamış Ruhat Mengi. ‘Neredeyse hakaret olarak algılayabilirdim yani...’ gibi eşsiz cümlelerle çırpınıp duruyor köşesinde.

Kim DP’nin devamıdır tartışması hayli uzun. Ama Ruhat Mengi’nin bu gelenekten nasibi olmadığı ortada.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi