Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kerbela’yı hatırlamak

Kerbela’yı hatırlamak

10 Muharrem günü Kerbela acısını bir kez daha hissettik içimizde... Peygamber Efendimiz’in gözbebeği Hazret-i Hüseyin’in hunharca şehit edilmesi yüreklerimizi bir kez daha ürpertti... Bu münasebetle Alevi ve Caferilerin çeşitli bölgelerde oluşturdukları matem halkası, bu yıl Sünni Müslümanları da kuşattı.

“Kardeşlik” duygusu, yüzlerce yıldır taraflara pompalanan yanlış öğretilerin üzerine çıkıp kendini hissettirdi.

Sünni Müslümanların yüzyıllardır görmezden geldiği “Kerbela Faciası” bu yıl “ortak acı”nın “ana ekseni”ni teşkil etti.

Görüldü ki ne Sünniler “Yezit”tir, ne de “Kerbela Faciası”, herhangi bir Müslümanın görmezden gelebileceği kadar basit bir olaydır. Kerbela, Alevi’nin ve Sünni’nin İslâm tarihi içindeki ittifak noktalarından biridir.

Belki artık vakti geldiği içindir, belki bilinmez bir sebeptendir, ama taraflar bu yıl bu gerçeği yakından idrak ettiler.

Diyanet Riyaseti, Kerbela Olayı’nın yıldönümü münasebetiyle özel bir program yaptı. TRT hem bu programdan, hem de “Kerbela Faciası”nın yıldönümü münasebetiyle Alevi Müslümanların yaptığı programlardan kesitler yayınladı...

Tarihsel acılarda bütünlendiğimizi fark ettik... Ortak değerlerimizin varlığını keşfettik...

Artık iki kesim de bir birini daha yakından tanıyor, daha derinden anlamaya, hatta kavramaya çalışıyor.

Aslında sorun bir birimizi tanımamaktan kaynaklanıyor. Bir birimizi tanımadan, asırlardır bir birimizle kavga ediyoruz...

Tanışsak, tanımaya çalışsak: Tanımaya ve anlamaya...

Kavgalarımız barışa dönüşecek.

Ne camiin yerini cemevi alacak, ne cemevinin yerini cami. İsteyen istediği yerde, istediği gibi ibadet edecek...

Kimse kimseyi zorlamayacak, horlamayacak...

Kimse kimseye “alternatif” gibi durmayacak.

Bu işin en kestirme yolu kimseyi kendine benzetmeye çalışmamaktan geçiyor. Kendimize benzetmeye kalkışmadan insanları ve inançları anlamak için emek vermek lâzım. Kavga hangi gerçeğe dayanırsa dayansın, çıkmaz yoldur. İnsanları döve döve ikna edemezsiniz.

Zaten kimseyi “ikna” etmek gerekmiyor. Allah insanları farklı farklı yaratmış. Farkları zenginlik olarak kabul etmek varken, kavga odağı yapmanın anlamı yok. Bırakalım herkes inandığı yoldan gitsin.

Bakın koskoca Türkiye’miz kavgalarla, didişmeler yüzünden ne hale geldi: Ekonomide açılımlar olsa da fikirsel plânda iyice tıkandı. Bu tıkanmanın tek sorumlusu ve suçlusu “taraflar” değil. Hepimiz bu durumun bir ölçüde suçlusu ve sorumlusuyuz.

Bir birimizi tanımaya ve anlamaya çalışmıyoruz. Sadece bir birimizi değiştirmeye çalışıyoruz. Fötr şapkalılar kendilerine benzetmek için sarıklılara baskı yapıyor. Kimi mini etekliler kendilerine benzemediği gerekçesiyle çarşaflıları “gerici” ilân ediyor. Kimi çarşaflılar başı açıklarla tersleşiyor. Sarıklılar kasketlilere kızıyor. Kasketliler cübbelilere içerliyor. Laikler şeriatçılara, şeriatçılar laikçilere nefes aldırmamaya çalışıyor...

Taraflar birbirleriyle uzlaşmada varlık arayacaklarına zıtlaşma ve inatlaşmada varlık arıyor. Zıtlaşma ve inatlaşma ekranlardan, gazetelerden, siyasi mahfillerden meydanlara taşıyor. Oradan sokağımıza giriyor, apartmanımıza giriyor, hatta aile ortamımıza kadar giriyor. İdeoloji çocuklarımızla ve komşularımızla ilişkilerimizde giderek belirleyici unsur oluyor.

Bir “toplumsal inatlaşma”dır gidiyor kısacası. Peki ama neye varır bunun sonu?

Bu soruyu soranlara 10 Muharrem 2011, yeni bir “umut” oldu...

Bendenize ise “toplumsal barış”ın milâdı gibi geldi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi