Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Belkıs İbrahimhakkıoğlu

Ya bizim hikâyelerimiz?

Ya bizim hikâyelerimiz?

Birinci Dünya Savaşı esnasında gençler cephelerde savaşırken şehirlerde yaşlılar, kadınlar ve çocuklar korumasız şekilde akıbetlerini endişeyle bekliyorlardı. Serhat şehri olan Erzurum bu şehirlerimizdendir. Erzurum’da, terör örgütlerinin tahrikleriyle bilenen Ermenilerin zulmüne uğramayan aile hemen hemen yok gibidir.

Erzurum’un kurtuluş tarihi olan 12 Mart, 1918 günü ordumuz şehre girdiğinde kin ve vahşetin görüntüleriyle karşılaştı. Kana bulanmış evlerden yanmış insan eti kokuları geliyordu. Buna rağmen savaş sonrası kimse o günleri kin olarak koynunda gizlemedi.

Rahmetli Mesih amcam üniversiteli gençlerin birbirine kırdırıldığı dönemlerde, “Hiçbir nesil benim neslim kadar bağımsızlığın kıymetini bilemez” diyordu. Halkın tavuk gibi boğazlandığı zamanlarda o da Ermenilerin eline düşmüş. Yaşlı çocuk hepsini camiye doldurmuşlar. Onları kurtaran Rus askerleri olmuş. Rahmetli, ergenlik çağındaymış, “kümesteki tavukların yerinde olmak istiyordum. Çünkü tavuklar için gelenlerin Ermeni mi, Rus mu olduğu fark etmiyordu” diyordu.

“Burhan oğul etme dedim, gel getme dedim, dinlemedi”, bu cümle büyüklerimizin ağzında hüzünlü bir tekerleme gibi dolanırdı. Burhan, babamın dayısı Ketvanlı Mehmet Ağanın büyük oğlunun ismiymiş. Ağalık lakabı cömertliğinden konmuş. Oğlu Burhan’a o belalı günlerde yanlarından ayrılmamasını tenbihlemiş, dinletememiş. Burhan da gözü dönmüş Ermenilerin eline düşmüş. Memed Ağanın iki oğlunu ve kendisini ahırda direklere bağlamışlar.

Yapılan işkenceyi anlatmaya gerek yok. Ağa yalvarıyormuş, “siz bilirsiniz, bana bunları göstermeyin. Önce benim canımı alın, sonra yapın”. “Hayır” demişler, “seni öldürmeyeceğiz, seyrettireceğiz”. Ağa ömrü boyunca kalbinin yarasını “Burhan oğul etme” diye başlayan cümlesinde dillendirmiş.

Dedem İsmail Fehim Efendi, kadı yardımcılığı yaptığı sıralarda ağabeyi Hacı Halim Efendiyi, bir Ermeni tüccar karşısında haksız bularak mahkûm etmiş. Ama o tüccarın oğlu tarafından tehdit edilmiş. Bir kısım halk zulümden kaçmak için şehirden göçmüş. Hacı Halim Efendi de bu seferberlikte Kayseri tarafına göçenlerden.

Babamın ayağına kaynar su döküldüğü için dedem İsmail Fehim Efendi, bunu manevi bir işaret olarak kabul etmiş ve şehri terk etmemiş. Tedbir olarak komşu evlerle anlaşmış ve evler arasında duvardan duvara kapı açtırmış. Pencereler kapılar karartılarak içinde kimselerin yaşamadığı ölü evler görüntüsü verilmiş. Çoluk çocuk içerilere tıkılmışlar.

Amcam Feyyaz Efendi savaş yıllarında gencecik bir subaydır. Acıklı hikâyesini Rusya’ya esir düştüğü yıllarda kaleme almış. Bu hatıraların bir kısmını Zakir amcamın oğlu Uğur İbrahimhakkıoğlu yayınladı. Feyyaz Efendi önce Ermenilere esir düşüyor. Hatıratında kendilerine yardım eden Ermeni kadınların, Erzincanlı doktor Bonapartiyan’ın aman bilmez haydutlar karşısındaki asil davranışlarını da zikrediyor.

Korkularını, ümitsizliklerini, savaşın etkilerini, insanlığını unutmuş Ermenilerin zulümlerini abartmadan çok samimi şekilde anlatıyor. Keşke bu hatıralar filme çekilebilse. Feyyaz amcam Rusya’da Kostro’maya götürülüyor. Kaçana kadar orada esir hayatı yaşıyor. Bünyesi acılara, açlığa, soğuğa ve yorgunluğa yenik düşüyor. Esaret arkadaşı Saidi Nursi’nin yardımıyla yurda kaçarken verem onu çoktan tüketmiştir. Kaçışları Almanya üzerinden oluyor. Maalesef memleketi Erzurum’u bir daha göremeden Ankara’da yattığı hastanede Hakk’ın rahmetine kavuşuyor.

Bizim hikâyelerimiz fazla yazılmadı. Aile içinde anlatılanlar da savaş yıllarının hazin hikâyeleri olarak hafızamızda kaldı. Bizlere asla düşmanlık aşılanmadı. İçimize kin tohumları ekilmedi. Çünkü kültürümüz kin üzerine kurulmamış. Ama ekmeğini yiyenin ihanetine uğramak bu milletin hep imtihanı oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Belkıs İbrahimhakkıoğlu Arşivi