Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

19 Mayıs tartışmaları... Olmayan şey kaldırılır mı?

19 Mayıs tartışmaları... Olmayan şey kaldırılır mı?

Başbakan Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz Cumartesi günü, AK Parti Adana İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada;

“Millî bayramları tek yönetmelik altında topladık... Bayramlardaki koyu resmî perdeyi ve askerî görüntüyü kaldırıyoruz.”
Dedi ya!..

Dolayısıyla;
Kentlerin ana caddelerinde artık “askerî geçit töreni” yapılamayacak!..

Askerler, geceleyin “fener alayı” düzenleyemeyecek!..
23 Nisan ve 19 Mayıs’ta Anıtkabir’de devlet töreni yapılmayacak... 29 Ekim ve 30 Ağustos’ta Anıtkabir’e Cumhurbaşkanı çelenk koyacak... Eskiden Anıtkabir’e Genelkurmay Başkanı çelenk koyardı.

Bugüne kadar her 19 Mayıs’ta atletler, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için çıktığı Samsun’dan koşarak Ankara’ya bayrak getirir ve Cumhurbaşkanı’na teslim ederdi... “Bayrak Koşusu” diye bilinen bu simgesel tören de artık yok ya!..
ATATÜRK’ÜN ARMAĞANI MI?

Sizin anlayacağınız;
“Köhne Türkiye”nin yönetmelikleri “Yeni Türkiye”ye uyarlandı ya; Ergenekon’un “Sözcü”leri, başladı “kışkırtma”ya!..

“Bayramlar, yarım porsiyon bayram haline geldi... Bayramlarda çocuklar, artık Başbakan’ın koltuğuna oturamayacak!.. Samsun’dan sevgi bayrağı ve toprak gelmeyecek!.. Stadyumlarda coşkulu kutlamalar olmayacak!.. Bayram törenlerinde tanklar yürütülmeyecek!”
Ve asıl mesaj:

“Atatürk’ün armağanı millî bayramlarımızı; sivilleştirmek bahanesiyle sönükleştirmek istiyorlar!”
Baştan beri söylenen her şey, farz edelim ki “doğru”dur... Ama, şu son cümle üzerinde biraz duralım... “Ergenekon Sözcüleri”nin ve “ulusalcı”ların iddia ettiği gibi; bu bayramlar, gerçekten “Atatürk’ün armağanı” mıdır?.. Yoksa, Atatürk’le hiçbir ilgisi yoktur da, bazıları; “eski köye yeni adet”ler mi getirmiştir?..

Buyrun, “dünden-bugüne bir yolculuk” yapalım ve “gerçek” neymiş, görelim...
Efendim, elimde Mustafa Armağan’ın, 2006 yılında TİMAŞ Yayınları tarafından basılmış “Küller Altında Yakın Tarih” adlı bir kitabı var... Mustafa Armağan, bu kitabının bir bölümünde “19 Mayıs’ın Bilinmeyen Tarihi”ni anlatmaya başlamadan önce soruyor;

“Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı ile cadde, meydan ve stadyumlarda yapılan spor gösterilerinin ne alâkası olabilir?.. Böyle bir sportif bayramın kutlanması ne zaman akla gelmiştir?.. İlk olarak hangi tarihte kutlanmıştır?.. Hiç kutlanmadığı yıl hangisidir?”
Konuya bu “soru”larla giren Mustafa Armağan, konuya dair İsmet Bozdağ’dan bir “anekdot” aktarıyor:

19 MAYIS’TA NE OLMUŞTU?
İsmet Bozdağ da, devrin Dâhiliye Vekili (İçişleri Bakanı) olan dostu Şükrü Kaya’dan naklen anlatıyor:

“Yıl 1936. Günlerden 19 Mayıs... Atatürk Dolmabahçe’de, yanında Şükrü Kaya, Ruşen Eşref, Kılıç Ali, Salih Bozok, Mehmet Seydan, Nuri Conker var, konuşuyorlar.
Birden bire Atatürk soruyor:

‘Bugün günlerden ne?’
Diyorlar ‘Salı, Çarşamba’ neyse.

Ayın kaçı? 19’u.
Aylardan ne? Mayıs.

‘Ne oldu bugün, söyleyin bakalım?’ diyor.
Düşünüyorlar, ‘19 Mayıs’ta ne oldu?’

Düşünüyorlar ama bir türlü o tarihte Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı hatırlarına gelmiyor!
Çeşitli tahminlerde bulunuyorlar:

İzmir’in işgalinin 3. günü... Ankara mitingi... İsmet Paşa’nın Lozan’dan Gazi’ye çektiği telgraf... Haliç Konferansı... İngilizlerle Irak meselesinin konuşulması... Terakkiperver Fırka’nın kapatılması!..
Atatürk’ün bu kadar yakınındaki zevatın bile 19 Mayıs’ı bilmemesi gerçekten de çok tuhaf...

Aslında sözün gelimi tuhaf dedim, hiç de tuhaf değil. Çünkü o tarihe kadar 19 Mayıs’a; Nutuk’ta geçen ‘1335 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım’ ifadesi dışında herhangi bir özel anlam atfedilmiş değildir.
İsmet Bozdağ’a göre bu garip tahminlerden sıkılan Atatürk, sonunda; ‘Bırakın yahu bunları’ diyor, ‘Öyle bir şeydir ki, bu ülkenin kurtuluşudur!’

Yine bulamıyorlar.
En sonunda Şükrü Kaya hatırlıyor. ‘Bu sizin İstanbul’dan ayrıldığınız gün mü?’ deyince, ‘yaklaştın’ diyor;

‘Samsun’a çıktığımız gün.’
Sonra;

‘Asıl yapacağımız bayram bu’ diyor. Ertesi sene 19 Mayıs’ta, Şükrü Kaya’nın tertibiyle 19 Mayıs Bayramı kutlanıyor.”
SON EKLEME, CUNTA’NIN İŞİ!

Mustafa Armağan, “peki” diyor;
“Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün olan 19 Mayıs’ın Gençlik ve Spor Bayramı ile ne ilişkisi vardır?”

Cevabı da, kendisi veriyor:
İlişki, “ustaca bir montaj”la kuruldu!..

Peki, nasıl?..
“İşin kökü, İttihat ve Terakki dönemine kadar uzanıyor. Devrin Maarif Nezareti Müfettişi olan Selim Sırrı (Tarcan), şahsi teşebbüsüyle 12 Mayıs 1916’da, yani Samsun’a ayak basılmasından yaklaşık üç yıl önce; ilk defa bir ‘İdman Bayramı’ kutlanmasına ön ayak olmuştur.

Kadıköy’deki İttihad Spor Kulübü’nün çayırında gerçekleşen bu ilk İdman Bayramı’nda yeni bir zeybek oyunu da (Sarı Zeybek) dâhil olmak üzere çeşitli gösteriler düzenlenmiştir.
Avrupa ülkelerindeki jimnastik şenliklerinden esinlenen bu bayram için bir de marş yapılmasına kanaat getiren Selim Sırrı, İsveçli Felix Korling’in Tre Trallade Jantor (Tralalla Diyen Üç Kız) adlı şarkısını, Gençlik Marşı adıyla uyarlamış, sözlerini Ali Ulvi Elöve yazmış ve sonunda ortaya, bizim ‘Dağ başını duman almış’ adıyla bildiğimiz marş çıkmıştır.

1917’de İdman Bayramı’nın ikincisi kutlanıyorsa da, araya savaş yıllarının girmesiyle 1928’e kadar bir daha düzenlenemiyor. O yıl 10 Mayıs’ta Ankara’da, 11 Mayıs’ta İstanbul ve İzmir başta olmak üzere çeşitli şehirlerde kutlanan yeni adıyla ‘Jimnastik Şenlikleri’ne Gazi Mustafa Kemal de katılmış, fakat tabiatıyla şenliklerin, neden 19 Mayıs’ta değil de 10 Mayıs’ta yapıldığını sormak aklına bile gelmemiştir!
Bu arada ilginç bir gelişme yaşanır ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nden gelen bir teklifle 1935 yılında İdman Şenlikleri, ‘Atatürk Günü’ne dönüştürülür.

Ancak ilginç olan husus, yine 19 Mayıs tarihinin tutturulamamış olmasıdır.
Sıkı durun; Atatürk Günü’nün tarihi, 19 Mayıs değil, 24 Mayıs’tır!

Bundan sonra 1937’ye kadar yine Jimnastik Şenlikleri veya Jimnastik Bayramı adıyla ama kesinlikle bir bayram hüviyeti kazanmadan devam etmiş olan kutlamalar ancak 1937’de Atatürk’ten 19 Mayıs’ın bayram yapılması talimatını alan Şükrü Kaya’nın marifetiyle şenlikler 19 Mayıs’a alınmış ve Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edilmiştir.
Edilmiştir edilmesine de, bu bayramın kanunlaşması için 1938’in 20 Haziran’ını beklemek gerekecektir.

Yine de ‘gençlik ve spor’ kavramları ile Samsun’a ayak basma eylemi arasındaki bağ netleşmemiş olacak ki, 19 Mayıs 1960 tarihli Cumhuriyet’te yazan Burhan Felek, kendince bir gerekçe bulmaya çalışmaktadır, 19 Mayıs’ın gençlik ve spor bayramı yapılmasına... Lakin hafızası bu kadar kuvvetli bir muharririmiz bile aralarındaki bağı hatırlayamamakta ve Güreş Federasyonu eski Başkanı Ahmet Fetgeri’den yardım istemektedir.
1938 yılının gazetelerine göz attığımızda basınımızın güzide kalemlerinin birdenbire 19 Mayıs’ı hafıza sandıklarından çıkartıp büyük bir emekle allayıp pullamaya gayret ettiklerini görüyoruz. Mesela 19 Mayıs 1938 tarihli Cumhuriyet’te Abidin Daver, aradığımız bağlantıyı keşfetmiş bir ideolog edasıyla şöyle yazmaktadır:

‘19 Mayıs 1919, parlak bir istikbalin başlangıcı idi. Gençlik ise milletin daimi ve ebedi istikbalidir. Milletin istikbalini temin eden büyük bir günün yıldönümünü, gençlik ve spor bayramı yaparak ebedileştirmenin manası da büyüktür... İstiyoruz ki Türk gençliği 19 Mayıs’ın manevi ve ahlaki varlığından alacağı canlı ve temiz ilhamla yurda ve millete karşı olan vazifelerini yapabilmek için kafası kadar kolunun da sağlam olması lâzım geldiğini anlasın.’
Ufak bir notla yazımızı noktalayalım:

19 Mayıs kutlamalarının resmi adının başına ‘Atatürk’ü anma’ kelimelerini 12 Eylül rejimi eklemiştir.
Yani 17 Mart 1981’de çıkarılan bir kanunla bu bayramın adı bir kere daha değiştirilmiştir.”

“BİT” OLMAYA RAZILAR!
“19 Mayıs’ın başına gelenleri” gördünüz mü?..

Ne badireler atlatmış 19 Mayıs?!?..
Ne ilginçtir ki;

Olayın “kabuğu” ile değil, “özü” ile ilgilenmek, yine AK Parti’ye düştü!..
Kutlamaları “asker”in elinden alıp, “halk”a verdi ama, “halkçı”larda ve onların “Sözcü”lerinde bunu anlayacak kabiliyet yok ki!..

Adamlar; “temizlik” yapılmasın diye “asker botu”nda “mantar” ve “asker fanilası”nda “bit” olmaya razıysa, Erdoğan ne yapsın?..
Diyorlar ki;

“Bayramları kaldırıyorlar!”
Ulan, Allah’tan korkun be!..

Zaten “olmayan” şey;
Hiç kalkar mı?!?..


Sistemin adını koyalım!

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, sormakta yerden-göğe kadar haklı... Gerçekten de; Türkiye’deki sistem, “Parlamenter Sistem” midir?.. Bekir Bozdağ, “hayır, değil” diyor... Bana göre de değil.
Buyrun, manzaraya bir bakalım:

Malûm; hükümet, parlamentonun güvenine, çoğunluğuna dayanıyor... Gensoru vereceksiniz, çoğunluk ‘evet’ derse oluyor... Meclis araştırması, çoğunluk ‘evet’ derse oluyor!.. Genel Görüşme, çoğunluk ‘evet’ derse oluyor... Kanun çıkması, çoğunluk ‘evet’ derse oluyor... Yani, ne yapmak isterseniz isteyin, öncelikle çoğunluğun “evet” demesi gerekiyor... O zaman sormak gerekmez mi; madem çoğunluk ne derse o olduğuna göre, hükümet de çoğunluktan ve parlamentodan çıktığına göre; kendi içinden hükümeti çıkaran grup, bu hükümetin düşmesini ister mi? Elbette istemez!..
Gördüğünüz gibi; adına “Parlamenter Sistem” dediğimiz sistemde “Kuvvetler Ayrılığı” yok!.. “Yasama” ve “Yürütme” birlikte yürüyor... Bu durumda, “etkili bir denetim sistemi” kurulması da mümkün değil!..

O halde, ne yapılmalı?.. Öncelikle “sistemin adı” konulmalı!.. Bu sistem, madem ki “Parlamenter Sistem” değildir ve hatta “adı bile yok”tur; o halde; aynı zamanda “etkin bir denetim” yapabilecek bir sisteme geçilmelidir.
Eğer buna “evet” diyorsak, bir an önce “Başkanlık Sistemi”ni tartışmaya başlamalıyız... Hem de; “Yarı Başkanlık” değil, “Tam Başkanlık Sistemi”ni tartışmanın sırası geldi... Tabiî eğer; “güçlü yürütme, güçlü yasama ve etkin denetim” istiyorsak!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi