Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Evvel yoğ idi, iş bu rivayet yeni çıktı...

“Evvel yoğ idi, iş bu rivayet yeni çıktı...

”Ziya Paşa, yine rahmetle yâd ettirdi kendini...

Şundan ki, sevgili dostlarım, yeni abuk-sabukluklara cevap niteliğinde yazdığı “Terkib-i bend” bugün için de geçerli...

Baksanıza, Müslümanların (dindarların) “Kemalist” olduğunu söyleyen söyleyene...

Hâlbuki bu mümkün değil: Çünkü bir kere “Müslüman” olduktan sonra, başka hiçbir şey olamazsınız...

Kendinize Peygamber-i Âlişan dışında bir “rehber” arayamazsınız.

Bu yüzden, zaman zaman ortaya atılan, “Devrimci Müslüman”, “Solcu Müslüman”, “İlerici Müslüman”, “Kapitalist Müslüman”, “Sosyalist Müslüman” türünden grupçuklar ancak bir “saman alevi” kadar yaşayabildiler.

Bu tür radikal çıkışlar geçmişte de görülmüştü. Onlar da “saman alevi” dışında bir etki bırakmadılar. “Muhammedî İslâm” yaşayan ve yaşanan tek dini anlayış olarak kaldı ve öyle de kalacak.

Evet pantolon giyiyoruz, kravat takıyoruz, denize giriyoruz; ancak “Kemalizm”i bunlarla tanımlamaya kalkışmak son derece basit bir yaklaşım olmaz mı?..

Basit hatta çocuksu...

Ve de son derece şekilci.

Bunları “Müslümanların dönüşümü” olarak görmek ve sorgulamak yerine, “dayatma” olarak görüp sorgulamak daha doğru olmaz mı?

Kılık kıyafet (özellikle de şapka) yüzünden bu ülkede insanlar asıldı. Başörtüsü yüzünden kadınların dünyası karartıldı, okuma hakları ellerinden alındı. Din öğrenimi yıllar boyu yasaklandı. Zindanlar dindarlara mekân oldu (Sadece Bediüzzaman’a yapılanlar bile, diktatoryal yönetimin niyeti karşısında dindarların vakur ve metin duruşunu anlamaya yeter).

“Dindarlar baskılara isyan etmeliydi, çatışmalıydılar” denmek isteniyorsa, isyan ettiler, ama çatışmadılar. İsyanlarını oylarıyla dillendirdiler. Protestonun en etkilisini gerçekleştirdiler.

Bu sessiz direniş bile dindar Müslümanların bilinç düzeyini gösterir.

Pakistan’dan (Mevdudi hareketi) ve Mısır’dan (İhvan-ı Müslimin hareketi) ders aldıklarını, daha kalıcı bir strateji belirlediklerini ve sonuca ulaştıklarını belgeler.

Devlet baskısı ve terörüyle yaptırılan hiçbir şeyden dindarlar sorumlu tutulamaz. Kaldı ki, “farz” olmayan konularda esnek davranmak, stratejik bir zorunluluktur.

Erkekler kravat taktı, ama mecbur kalmadıkça şapka giymedi. Giyse bile namazda ters çevirip şapkaya bile secde ettirdi (Bediüzzaman’ın tanımlamasıdır).

Neredeyse yüzüncü yılını dolduran baskı ve şiddet altında inim inim inlerken bile kıblesinden şaşmadı, yönünü değiştirmedi, bazen “takiyye” yapmak durumunda kalsa da, imanını kirletmedi.

Ama hiç etkilenmediğini söylemek de mümkün değil.

Özellikle de kapitalist hayat tarzının etkisine girdik, cazibesine kapıldık. Para ve makam-mevki sahibi oldukça, biraz dağıttık.

Bu karışıklıkta bazı yanlışlıklara düşmemiz kaçınılmazdı: Çünkü “dindar Müslüman” da nihayet insandır, toplumun öteki katmanlarından ayrı düşünülemez.

En büyük eksiğimiz sanat ve estetik...

Dindar Müslümanlar “şekil”den “muhteva”ya geçemedik. Bir türlü “Mekke Devri”ni aşıp “Medine”ye gelemedik!

Medine, tam bir “medeniyet” vurgusudur. “Bedeviyet”ten “medeniyet”e “hicret” etmedikçe, İslâm’ın “medeniyet” vurgusunu kavrayamayacağız.

Bunu kavrayamadıkça da “Devr-i Saâdet”i çağa taşıyamayacağız. Dolayısıyla “Arabesk Müslüman” olmayı sürdüreceğiz.

Entelektüel dindarların bu konu üzerine kafa patlatmaları lâzım...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi