Ahmet Akgündüz

Ahmet Akgündüz

Vakıflar’da yapılanlar ve sapmalar

Vakıflar’da yapılanlar ve sapmalar

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, son 2 asır içerisinde vakıfların iki mimarı vardır:

Birincisi, Sultan II. Abdülhamid Hân’dır ki, Osmanlı ülkesinin neresine gitseniz onun imar ve inşa kitabeleriyle karşılaşırsınız. Tarsus’daki Ashab-ı Kehf Camisini ziyaret ediniz, Abdülhamid’in inşa kitabesini görürsünüz; Söğüt’teki Ertuğrul Gazi türbesini geziniz, Abdülhamid’in inşa ve tamir kitabesini okursunuz; Kudüs’e gidiniz, onlarca Abdülhamid’in inşa kitabeleri ile karşılaşırsınız; yolunuz Rumeli’ye düşerse yüzlerce tamir ve inşa kitabelerinin ona ait olduğunu müşahede edersiniz. Bu bir gayretin ve servetin neticesi değil, belki bir duanın, bereketin ve kerametin meyvesidir. Başkaca izahını yapamazsınız.

İkincisi, Receb Tayyib Bey hükümetidir ki, Abdülhamid’in inşa faaliyetlerinden sonra gelen 100 sene içinde yapılmayan vakıf imar ve tamir hizmetleri son 10 yılda tamamlanmıştır; bu sadece İstanbul’a yahut Konya’ya has değildir; Osmanlı’nın izi bulunan bütün beldelerde aynı imar hareketlerini görmek mümkündür. Bu da bir dua, bereket ve ikramı-ı ilahi olayıdır. Bu hizmetlerden dolayı hem Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkililerini ve hem de Başbakanımızı tebrik ve dua ediyoruz.

Ancak Abdülhamid’in inşa faaliyetlerine yabancılara taviz ve vakıf hukukundan sapmalar yaşanmazken, hükümetimizin bu dev faaliyetleri vakıf hukukumuzdan sapmalarla lekelenmiştir. Bunu belirtmek de hayatını vakıf hukukuna veren bir insan için zaruridir.

2. 1400 Yıllık Vakıf Hukukundan Sapma: Zimmî (Azınlık) ve Müste’men Vakıfları

Günümüz hukukunda azınlık vakıfları ve cemaat vakıfları diye bilinen müessese, İslâm hukukunda farklı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu sebeple konuya başlamadan önce, zimmî ve müste’meni tarif etmek gerekmektedir.

İslâm hukuku, insanları inançlarına göre taksime tabi tutmaktadır. Vatandaşları, Müslüman ve gayr-i müslim diye ikiye ayırmaktadır. Gayr-i müslimler ise, mukaddes bir kitap sahibi olanlar, mecusiler, tabiatperestler ve ateistlerdir. Ayrıca İslâm hukukunda, ülkeler, darül-İslâm ve darül-harp diye ikiye taksim edilmektedir. Hanbelî, Şâfi’î, Zâhirî ve Ca’ferî hukukçulara göre, ehl-i kitap denilen Yahudi ve Hıristiyanlarla bir kısım mecusilerin, yapacakları antlaşma ile darül-İslâm vatandaşı olmaları mümkündür. Bu takdirde bunlara zimmî adı verilecektir. Hanefîlere göre ise, putperestlerin dışındaki herkes zimmî olabilir ve darül-İslâm’da vatandaş olarak ikamet edebilir. Zimmî olmayan gayr-i müslimlerden vizeli ve pasaportlu olarak muvakkat bir zaman için darül-İslâm’da ikamet edenlere müste’men denilir.

İşte İslâm hukukunda azınlık vakıfları deyince zimmî vakıfları akla gelmelidir. İslâm hukukunda vakfeden açısından bir problem yoktur. Vakfeden gayr-i müslim, müslim ve müste’men de olabilir.

Asıl önemli olan mevkufunaleyh olma ve kurbet kasdı açısından yapılan ayırımdır. Her ikisini de inceleyelim. Müste’menin darül-İslâm’dayken yaptığı vakıflar sahih kabul edildiği halde, müste’mene yapılan vakıflar sahih kabul edilmemektedir. Yani vakıfdan yararlanacak olan şahıs (mevkufunaleyhin), yabancı olmaması gerekir. İster zimmî, ister Müslüman, yabancıya yapılan vakıflar geçersizdir.

Ecdadımızın takip ettiği Hanefîlere göre, bu meselede ölçü, vakfın, hem vakfedenin itikadı hem de İslâm hukuku açısından sevap ve ibadet (kurbet) olan bir şeye tahsis edilmesidir. Bu ölçüye göre, Beytül-Makdis’e, zimmî fakirlere ve benzeri hayır cihetlerine, Müslümanın da zimmînin de vakıf yapması câizdir. Zira bunlar her iki açıdan da hayır sayılırlar. Halbuki zimmînin mescide ve hem zimmînin hem de Müslümanın kiliselere, havralara, bunların tamir ve inşasına, İncil ve Tevrat’a yaptıkları vakıflar geçersizdir. Şayet bir zimmî, bir mescide veya kiliseye bir şey vakfeder, sonunda gelirini fakirlere veya başka hayır cihetlerine tahsis ederse, vakıf sahih; ancak kilise ve mescide sarf etme şartı geçersiz olur.

İmam-ı A’zam’dan nakledilen farklı görüş fetvaya esas kabul edilmemiştir.

Osmanlı tatbikatında ise, fetvaya esas olan İmameynin görüşünün aynen tercih edildiğini görüyoruz. Vakfiyyelerdeki “mezkûr meblağ işletilerek geliri. .. kilisenin fakirlerinin yiyeceğine; mümkün olmazsa Hıristiyan fakirlere meşrûta ola...” ve benzeri ifadeler bunu gösterdiği gibi, fetvâlar da aynı esası takrarlamaktadır.

Beytül-Makdis’e yapılan vakıflar ise tamamen muteber addedilmiştir. Zira bizce de kurbet sayılmaktadır. Kilise fakirlerine yapılan vakıfları “kefere vakfı tutulmaz” diye mülklerine geçirmek isteyen fırsatçılara karşı çıkarılan fermanlarda, İmameynin görüşünün ifadesi olan şu sözleri okuyoruz: “..zimmî tâifesi kendi âyinleri üzere kiliseleri fukarasına ve patriğe her ne vasiyet ve vakfederlerse makbul olup...hilaf-ı şer’-i şerif yedlerinde olan fetvây-ı şerife ve berât-ı âlîşanıma muhalefet olunmaya”.

Gördüğümüz kadarıyla kiliselere ve havralara yapılan vakıflar için, Hıristiyan fakirlere ve fakir din adamlarına vakıf yapma yolu benimsemiştir. Yoksa direkt manastır ve kiliselere vakıf yapılamayacağı, uygulamada da kabul edilmiştir. Konu birbirinden ayrılmalıdır. Aksi takdirde karışıklıklara yol açacaktır. Zimmîlerin dinimizce hayır sayılan hastahane, çeşme ve benzeri vakıfları ise, kesin câiz sayılmıştır. Mısır Vakıflar Kanunu (1946 tarihli ve 48 sayılı) ve Irak Vakıflar Kanunu da bu konuda, Hanefî mezhebinin esaslarını benimsemişlerdir.

1913 yılında İttihad ve Terakki hükümeti ki, ben bunlara I. Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti diyorum, nam-ı müsteâr ve benzeri dolambaçlı yollarla kilise ve havra vakıflarını meşru hale getirmek gibi bir işi Avrupalı Devletlerin baskısı ile kabul yoluna gitmiştir. Ama buna rağmen kilise ve havralara direkt tescili kabul eylememiştir. Maalesef 2011 yılında Tayyib Bey gibi bir insanın idaresindeki vakıflar, 623 yıllık Osmanlı geleneğini ve 80 yıllık Cumhuriyet geleneğini bozarak ve eski Vakıf Hukukumuzdan da saparak kilise ve havralara adına çok sayıda vakfı tescil eylemiştir. Bununla da kalmayarak tamamen vakıf hukuku çiğnenerek vakıf meclisine gayr-i müslim bir üye tayin edilmiştir.

Bu konudaki bir diğer sapma olan yeni kilise ve havra açma ruhsatı ile alakalı yanlış bir uygulamayı da başka bir yazımızda değerlendireceğiz.




Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Akgündüz Arşivi