Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Sağduyu ve ihtiyat

Sağduyu ve ihtiyat

PKK terörü ve Suriye problemi, Türkiye kamuoyunu meşgul eden konuların başında geliyor. Biri 25 yıllık, diğeri de ondan aşağı değil!.. Apo’nun Suriye dışına çıkartılmasının ardından gelen “ara bahar dönemi” sayılmazsa, bu ülke ile olan sorunlarımız bir hayli gerilere gider.


Suriye yönetiminin sivil halka yönelik baskılarının ardından, şimdi buna bir de Türk uçağının düşürülmesi eklenince, iki ülke arasındaki sorun ister istemez daha bir derinleşmiş oluyor.


Gelişmelerin nasıl seyredeceği hususunda şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. Dikkat edilirse, ayranı kabararak meselelerin üzerine gitmeye hazır Türkiye kamuoyu, bu olaya alabildiğine sakin, alabildiğine büyük bir olgunlukla yaklaşmayı tercih etti. Uçak hadisesinden üç-beş gün önce vuku bulan Dağlıca saldırısı karşısında kamuoyunun, basının ve çeşitli kuruluşların tutumu hatırlanacak olursa, burdaki mantıklı tutumun farkına varmamak mümkün olmaz.


Dolayısıyla terör ve bölücülük konusundaki canlı refleks tepkilerin yerini, bu hadisede mantık ve muhakemeye terk ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat bu sonucun, ne kadar sağlıklı olursa olsun, gene de bir izahı gerekli değil midir?


Bizim dikkatimizi çeken; Dağlıca saldırısı ve Uludere vakası üzerinde kamuoyu ikiye bölünmüşken, burda hemen bütün tarafların ihtiyat içinde hareket etmeleri, stratejisini hükümetin çizdiği kriz yönetiminin mantığını da onaylar bir havanın içine girmeleridir. Hemen herkes hükümet ve Dışişleri cenahından yapılacak açıklamaları bekliyor, gelişmeleri de ona göre izliyor. Yapılan dış temasları, NATO nezdinde atılan adımları, Arap Birliği ile sürdürülen ilişkileri vs.


Dolayısıyla burda sorulması gereken soru, teröre karşı verilen mücadele ile silah bırakmaya kadar uzanabilecek gelişmeler noktasında, neden bu müşterek havanın sağlanamadığıdır.


Bu hususta belki şunu söylemek mümkündür: Teröre karşı verilen mücadelede ve barış müzakereleri noktasında, Türkiye’de birbirinden farklı iki ayrı politika söz konusudur. Bir yanını hükümetin yürüttüğü bir politika!.. Teröre karşı mücadele, fakat aynı zamanda da onun görünen ve görünmeyen tarafları ile müzakere!.. Yani hem müzakere, hem de terör üzerine şiddetli bir baskı uygulayarak, onu silah bırakmaya kadar zorladıkça zorlamak!..


Bakalım hükümetin bu politikası netice alabilecek mi? Eğer hükümet yeni stratejisinde muvaffak olabilirse, tarihî bir başarı kaydetmiş olur. Aynen Milli Mücadele döneminde Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi!.. Aynen 1915 Ermeni tehciri sırasında, İttihatçı yönetimle Kürtlerin müşterek çalışmalarında olduğu gibi!.. İşte bu üçüncü denemede muvaffak olunabilirse, Türklerin ve Kürtlerin kaderi yeniden çiziliş olur. İstikbale doğru da müşterek yürüyüşlerini, yeni baştan başlatmış olurlar. Ondan ötesi yeni bir kader birliğidir ki, Selâhaddini Eyyubi’nin ve Sultan Alparslan’ın, Sultan Yavuz’un yolunu açtığı tarihî kader yeniden örülmeye başlar demektir.


Dolayısıyla Türkiye’de böyle derûni amaçlar taşımaya karşı bir politika daha söz konusu: Durmaksızın gerginlik ve çatışma üretmek peşinde!.. Gerginliği ve düşmanlığı temel alan bu politikanın hem PKK içinde, hem Türkiye tarafında temsilcileri eksik değil. Biz bunlara hükümetin ilk yıllarında, Ergenekoncu kesimler arasında zaten sık sık şahit oluyorduk. Yani onlar bir yandan terörün ateşini yakıyor, öbür yandan da hükümet bölücü terörle yeteri derecede mücadele etmiyor diye, toplumu tahrikten geri durmuyorlardı.


Ne kadar garip? Eskiden darbecilerin ve Ergenekoncuların üstlendiği şantaj politikalarını şimdi daha yeni bazı sınıflar üstlenmeye kalkışmamış mı? Yani şimdilerde hükümet, Kürt ve terör politikaları üzerinden yeni baştan köşeye sıkıştırılıyor, eli-ayağı birbirine karıştırılmaya çalışılıyor. Terör konusundaki bu yeni saflaşmanın, önümüzdeki zamanlarda önemli bazı ayrışmalara varıp dayanacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat bu iki tutum arasında kalan köksüz bazı liberallerin, bir hayli kan kaybettiğini bilmem fark ediyor musunuz?


İşte demek istiyoruz ki; terör konusunda ya da PKK’ya silah bıraktırma denemesinde ikiye ayrılan kamuoyu, Suriye problemi karşısında nedense müttehit bir bütünlük manzarası arzediyor. İhtiyatlı bir bekleyiş, hükümetten gelebilecek açıklamalara göre de yeni bir vaziyet arayışı!.. Dolayısıyla bu manzarayı olumlu bulduğumuzu rahatlıkla ifade edebiliriz.


Fakat asıl mesele, hükümetin ve Başbakan’ın takındığı son derece olgun tutumdur. Eskiden olduğu gibi, hadisenin üzerine balıklama atlamamak!.. Peki bu ihtiyatlı tutumu nasıl izah etmek gerekir?


Bu konuda şunları söylemek mümkündür:


Seçimlere giden ABD kadar, ekonomik krizle uğraşan AB ülkeleri de Suriye konusuna bulaşmak istemiyorlar. Fakat Türkiye’yi de Suriye konusunda alabildiğine tahrikten yana oluyorlar. İşte ilk zamanlardan farklı olarak Türkiye, bu ikili tutumu keşfetmiş bulunuyor. Bu birinci nokta!..


İkincisi de, iç savaş süresinde Suriye toplumunun giderek birbirinden ayrışması... (Hıristiyanlar, Nusayriler, Dürziler, Sünniler) kısmen de Türkmenler!.. Bir müdahale durumunda, Suriye’nin Irak’a dönüşmemesi için ne yapmak gerekir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi