Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Örtülü savaşlar

Örtülü savaşlar

 

Şu günkü günde Avrupa Birliği, kamuoyu gündeminde fazla bir yer işgal etmiyor. Yani toplumun Avrupa Birliği’ne dönük beklentileri hayli zayıflamış durumda. Kaldı ki bu sonucu, yapılan çeşitli kamuoyu araştırmaları da ortaya koyuyor.
 
 
 
Fakat bu demek değildir ki Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler bitmiş, sona ermiştir. Hayır, bütün bu olumsuz göstergelere rağmen ilişkiler gene de devam ediyor. Dediğimiz gibi istenilen seviyede değil bu ilişkiler.
 
Son üç-beş yıldır, bilhassa Sarkozi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye’ye karşı açılan savaş dolayısıyla, ilişkiler bayağı bir donma noktasına ulaşsa bile, o gergin politikaların yavaş yavaş geride bırakılmaya çalışıldığı da anlaşılabiliyor. Türkiye düşmanlığını Fransa’nın temel politikası seviyesine yükselten Sarkozi’nin akıbeti hatırlanacak olursa, o sonucun nice Avrupa ülkesi açısından büyük bir derse dönüştüğünü de kabul etmek gerekir.
 
Ancak cumhurbaşkanlığı gibi bir görev ne kadar önemli olursa olsun, herhangi bir ülkenin politikaları anında değişiklik göstermeyebiliyor. Yani büyük, temel politikalar zaman içinde değişikliğe uğruyor. Ani ve büyük kırılmalara meydan verilmiyor. İşte bu yüzden Sarkozi sonrasında Fransa, Türkiye’ye dönük üslûbunu yenilemeye çalışsa bile, gene de ana politikalarında ısrardan geri durmadığı anlaşılabiliyor. Gene bu yüzden olmalı ki, İrlanda’nın başkenti Dublin’de yapılan AB Bakanlar Kurulu toplantılarında, Fransa’nın eski politikalarını halen sürdürdüğü anlaşılabiliyor.
 
Yeni dönem başkanı İrlanda, Türkiye ile ilgili iki fasılın daha açılması için çalışırken, Fransa ile Kıbrıs Rum yönetimi buna itiraz ediyor. Veyahut da Fransa, kendi koyduğu ambargodan geri adım atmamak için ipe un seriyor. Türkiye’yi adeta adı konmamış tavizlere zorlamaya çalışıyor. Düşünün ki AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Stefan Ful başta olmak üzere, birliğe üye 15 ülkenin bakanları, Türkiye’nin önündeki engellerin kaldırılması için görüş ve irade beyan ederken, Fransa ile Kıbrıs Rum yönetimi ve tabii bir de Yunanistan hâlâ daha engel çıkarmaktan geri durmuyor.
Avrupa Birliği sahnesinde, Türkiye ile Fransa arasında yaşanan kriz, sırf bundan ibaret değil!.. Mevcut krizin derinden derine, daha farklı alanlarda da sürdüğünü unutmamak gerekir. Meselâ dikkat edin: Sakine Cansız ve iki PKK’lı kadına yönelik suikastın hemen öncesinde Türkiye Başbakanı, bir kısmı eski Fransız sömürgesi olan ülkeleri teker teker ziyaret etmiş, oralarda sömürgeci ülkeye dönük önemli mesajlar vermişti. Türkiye’nin Afrika açılımının, Afrika ülkeleriyle geliştireceği ilişkilerin, sömürgeci ülkelerin politikaları gibi olmayacağını dile getirmişti. Dolayısıyla siyah Afrika’nın ufuklarında önemli yankılar bırakan o ziyaretin, Fransa’yı nasıl rahatsız etmiş olabileceğini varın siz hesap edin.
İşte o ziyaretin ardından Fransa, hem de Türkiye’ye karşı önemli iki adım attı. Bunlardan birincisi Fransa’nın son Afrika saldırısı olurken, diğer biri de Sakine Cansız ve iki arkadaşına yönelik suikast girişimidir. Özellikle de bu son suikast girişimi!..
Dolayısıyla Fransa, Türkiye’nin başlattığı müzakere sürecine, beklenmedik bir noktadan müdahalede bulunmak istedi.
 
PKK’nın üç önemli temsilcisi göz göre göre öldürülüyor, fakat bu hadise nasıl izah edilmek gerekecekti. Hadisenin düğüm noktası işte burada toplanıyordu. Nitekim dikkat ederseniz olayın vuku bulduğu sıralarda, Paris başta olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerinde bulunan PKK’lı unsurlar, suikast olayını Türkiye ile izah yoluna başvurdular. Türkiye aleyhinde çeşitli gösteriler düzenlemekten de geri durmadılar. Yani daha durup-düşünmeden, sıcağı sıcağına geliştirilen bu tepki biçiminin iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
 
Bu tepki refleksinin, örgüt mensuplarının içinde birikmiş Türkiye aleyhtarlığı ile izahı mümkündür kuşkusuz. Fakat bu tür bir izah bize pek makul gelmiyor nedense. Çünkü Türkiye merkezli barış süreci yenice devreye sokulduğu için, örgüt çevrelerinin anında, Türkiye karşıtı bir pozisyon geliştirmeleri tabii görülemez. Ayrıca böylesi durumlarda, “merkez”in görüşünün de beklenmesi gerekmez miydi?
 
Fakat öyle olmuyor ve hemen ardından Türkiye karşıtı protestolar harekete geçiyor. İşte biz bu tür süratli tepki tezahürlerini, cinayeti kurgulayan merkezin sufle faaliyeti ile izah ediyoruz. Dolayısıyla, suikastın amacını da, barış sürecini dinamitlemek isteyen o merkezin stratejisi ile ilişkilendiriyoruz.
Yani bir yandan suikastı icra etmek, öbür yandan da sorumluluğu, barış girişimini başlatan ülkenin olmazlarına yıkıvermek!.. Ancak dikkat ederseniz, o şeytanlık pek bir işe yaramadı. Paris’te olsun, diğer Avrupa ülkelerinde olsun, Türkiye’ye dönük PKK gösterileri zaman içinde tavsadı gitti. Daha garibi de Fransa, kendi planının derdine düşmüş gibi bir şey oldu!..
 
Sonra bakın ne oldu?
Fransa’nın karanlık ve ön yargılı politikalarını okumakta zorlanmayan Türkiye, aradan fazla bir zaman geçmemişti ki DHKP-C tutuklamalarına girişti. İlgili örgütün ileri gelenlerinin şimdiye kadar hep Fransa tarafından korunup barındırıldıkları hatırlanacak olursa, sözü edilen operasyonun neyi amaçlamış olduğu kolayca anlaşılır ümidindeyiz.
Dolayısıyla DHKP-C operasyonları sanıldığından da önemli gelişmelerdir. Önemini şurdan anlayın ki hemen her operasyonun sonu, akla-hayale gelmedik istihbarat çeteleşmelerini işaret ediyor. Dolayısıyla adrese bakın, ona göre karar verin demek gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Necmettin Türünay Arşivi