Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Hem bardağı yan tut hem de dökme!

Hem bardağı yan tut hem de dökme!

Basında PKK veya onun sözcüleriyle ilgili haberler çokça yer alsa da, bu tür haberlerin özünden soyutlanarak verilmeye çalışıldığı gene de gözden kaçmıyor. Nedir bunlar, bu haberler derseniz saymakla da bitmez.
İşte meselâ Leylâ Zana ile Başbakan’ın görüşmesi!.. Durduk yerde Leylâ Zana çıkıyor ve silâhların susmasının zamanının geldiğine dair açıklamalar yapıyor. Eski fikirlerinden çok farklı açıklamalar bunlar!.. Ama Başbakan’la görüşmesinin ardından yaptığı konuşma bize, yeni Zana’yı değil, eski Zana’yı çağrıştırıyor. Vâki görüşme için hem Başbakan, hem Leylâ Zana özel kıyafet tasarımları ile karşımıza çıktığı halde de maalesef bu böyle oluyor, yani ilgili buluşmayı kurgulayanlar işin bu noktasına kadar planladıkları halde, sonuç değişmiyor. Peki bu durumu nasıl karşılamak gerekir?
Kimileri diyor ki; Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli idi. Dolayısıyla sonucun böyle olmasına asla şaşırmamak gerekir.
Kimileri diyor ki; Zana, Başbakan Erdoğan’a müthiş bir gol attı!..
Kimileri de diyor ki; Zana ile yapılan görüşme böyle bir sonuç verdiğine göre, gerisini varın siz hesap edin!.. Demek ki PKK veya Kandil’le hiçbir müzakereye girişmemek gerekirmiş. Nitekim görmüyor musunuz? Karayılan gibileri ayağının üstünde dokuz yalan söylüyor. Hangi sözüne inanır, verdiği hangi teminata bel bağlarsınız? Daha açığı da ne PKK ile ne de onun sivil sözcüleri ile asla bir müzakere yapılamaz.
Kuşkusuz bu gelişmelerden bu tür sonuçlar çıkarmak bize de zor gelmiyor. Daha ötede bu mantığın kuvveti karşısında şapka çıkarmak zorunda da kalıyoruz. İkinci bir husus olarak da buradan, PKK’ya dönük askeri mücadeleye kesintisiz devam zarureti hasıl oluyor.
Fakat PKK’nın beyni ve üssü Kandil’de olduğuna göre orası tahrip edilmeden, yani Kandil’de bulunan 5 veya 8 bin PKK’lı öldürülmeden bu işin sonunun alınacağı gene de kolay gözükmüyor. Bunları da orada Kuzey Irak yönetimi barındırdığına göre, PKK’ya yönelik mücadelenin, Barzani’yi de içine alacak şekilde genişletilmesi şart olarak karşımıza çıkmamakta mıdır?
İşte Türk basınında, PKK’ya karşı diri durulmasını ihtar edip duran haberlerin dayandığı ana strateji budur. Ulusal heyecanlarımıza vurgu yapıp duran ve buradan da hükümetin lâzım gelen bir gayret sergilemediğini ihsas ettiren strateji yani!..
Bu stratejinin ikinci bir ayağı daha var. Bilhassa da Amerikan Musevi gazeteleri ve onları güdümleyen Neo-Conlar, MOSSAD, dolayısıyla da İsrail!.. İşte bütün bu kesimler, şiddete dayalı mücadelenin sürdürülmesi yönünde durmaksızın haberler yapıyor, yorumlar yayınlıyorlar. Fakat bazen de anında ray değiştirerek, Uludere olayında olduğu gibi, hükümeti ve Genelkurmay’ı köşeye sıkıştırmaya dayalı stratejileri devreye sokuyorlar. Türkiye bile-isteyen, kasdi olarak Kürt katliamı yapıyor cinsinden haberler!..
Yani aynı anda PKK’ya veya Kuzey Irak’a yönelik, şiddet temelli politikalara başvurulması yolunda hükümete ve Genelkurmay’a baskı uyguluyorlar; hem de biraz ileri gidildiği durumlarda da Türkiye kendi insanını katlediyor cinsinden karşı bir pres geliştiriyorlar.
Öyleyse bu stratejinin samimiyetine bel bağlamak ne derecede mümkündür? Ulusal heyecanlarımızı hükümete karşı muhalefete dönüştürmek, Türkiye’yi iki arada bir derede bırakmak ve daha önemlisi de sağduyu ile üretilecek yeni çare arayışlarının önünü kesmeye dayalı bu stratejinin, yeni değil eski olduğunu şimdi kime anlatabilirsiniz bilmiyorum.
Öyleyse hatırlayın!.. Çevik Bir, 28 Şubat arefesinde İsrail’e gittiğinde, Türkiye ile İsrail arasında şöyle bir ortak kader anlaşmasına varılmıştı: Türkiye ile İsrail, Ortadoğu’nun iki kadersiz milletidir!.. İsrail’in Filistin’den çektiği ile, Türkiye’nin Kürtlerden çektiği aynıdır. İki ülkenin bu bakımdan, ortak güvenlik stratejisi uygulamalarında büyük fayda bulunmaktadır. Öyleyse böyle bir politika uygularken, bu dayanışmaya karşı çıkan Araplarla İran da müşterek düşmanımız değil midir?
İşte Türkiye, Apo’yu Suriye’den çıkararak, ardından da Suriye’yi kendi kucağına çekmekle, 28 Şubat’ın gizli Siyonist dayanışmasını berhava edivermişti. Fakat o günden bugüne de içimizdeki sınıflar, doğan sonucu bir türlü hazmedemediler. Bu yüzden Kürt meselesini kaşıyıp duruyorlar. Tabii bu menhûs politikanın inandırıcılık kazanması için yeri geliyor liberalliğe, yeri geliyor ulusalcılığa, yerine göre de Kemalist jargona başvurmaktan geri durmuyorlar. Ne gariptir, birbirine zıt bu tutumlar, birbiri ile de sarmaş dolaş da geçinip gidiyorlar!..
İlgili strateji yıllardan beri sürdürülüp giderken ne sonuç aldığı da ortada. Toplum bu sınıflara da, onların bel bağladığı stratejilere de asla itibar etmiyor, fakat Mavi Marmara olayından sonra ne olduysa oldu, Türkiye’de yeni bir dinî sınıfın daha bu stratejinin parantezine dahil edildiği ortaya çıktı. Bu nokta hem ilgili dinî grup hem de Türk siyaseti açısından tarihî bir kırılma başlangıcıdır.
Karşı stratejiyi ise ayrıca yazmamız gerekecektir

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi