Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Kutsal beldeler Mübarek Ramazanlar

Kutsal beldeler Mübarek Ramazanlar

Şimdi Ramazan’dayız artık. Dünyanın orasından burasından, en uzak diyarlardan mesafeler katederek ulaşılan Hicaz nasıl mübarek bir bölge ise; ayları günleri takip ederek vâsıl olduğumuz Ramazan da aynı şekilde mübarek bir ay!.. Mukaddes Kâbe, Arafat, Müzdelife ve Mina gibi bölgeler mekân boyutunda kutsal yerler olduğu gibi; Cuma’lar, kandiller ve Ramazan da aynı şekilde zaman boyutunda bir kutsiyeti ifade ediyor. Yani şimdi siz, biz, hepimiz, hep birlikte Ramazan’a giriyoruz. Giriyoruz derken girdik bile!.. Sanki bir uzay yolculuğuna çıkmış gibi onun içinde ilerliyoruz. Kaldı ki uzay dediğimiz boşluklar da nihayetinde mekân değil mi? Onun için zamanı, mekân şartlarından büsbütün bağımsız düşünmemiz gerekmektedir. Fakat biz nihayet insanız ve eksikliyiz. Her bir şeyin mahiyetine doğrudan nüfuz kabiliyetimiz bulunmayabiliyor. Onun için zamanı doğrudan kendisi olarak değil de, ay veya günün devrilmesi, gece ve gündüzün birbirini takip etmesi biçiminde, neticeten sayabiliyor ve kavrayabiliyoruz. Yani aylar güneşler doğuyor, batıyor ve biz bu kısa aralıkları saya saya zaman hakkında bir fikir ediniyoruz. Daha doğrusu da bu tür hesaplamalarla hangi günün Cuma, hangi ayın Ramazan ya da Kurban olduğunu ancak çıkarıyoruz. Kuşkusuz biz bütün bu bilgileri, Allah’ın verdiği bir yeteneği kullana kullana ediniyoruz. Sonra da bu bilgi ve ölçme yeteneğimizi evire çevire takvimler geliştiriyoruz. Sizin anlayacağınız bu noktalardan ilerleye ilerleye, zamanı ölçülebilen, kavranabilen bir gerçeğe dönüştürüyoruz. Ve tabii iyi düşünürsek bu bize, Rabbimizin tanıdığı en büyük imkânlardan biri kabul edilmek gerekir.


Dolayısıyla fizikî şartlarda ilerleye ilerleye, mekân boyutunda Hac diyarına ulaştığımız gibi; günleri, haftaları ve ayları devire devire de şimdi Ramazan’a ermiş bulunuyoruz. Onun için şimdi hepimiz oruçluyuz!.. Cenab-ı Allah’ın bize tanıdığı ruhsatları zorlamamaya özellikle dikkat ediyoruz.


Yalnız şunu bilelim ki hâlis niyet esas olmak şartıyla, ister belli zamanlarda mukaddes beldelerde bulunalım (Arafat-Müzdelife gibi), isterse içinde bulunduğumuz Ramazan’da olduğu gibi kutsal zaman aralıklarından geçelim, bunların bizim için ifade ettiği anlam bambaşka!.. Ruhen ve bedenen tam bir yenilenme fırsatı bu mevsimler!.. İşin bu tarafını düşündükçe o tür mekânların ve bu tür zamanların mahiyeti bambaşka bir boyut kazanıyor.


İşaret ettiğim o bambaşka mahiyeti bendeniz size tafsil edemem. Onu ancak size Cenab-ı Allah’ın velî kullarının derûnları ile hissettikleri ve derûnu dillerden dökülen sözlere nakşettikleri ifadeler vasıtasıyla nakledebilirim. Bir de tabii, zamanı içinden duyan ve hisseden velî tabiatlı büyük şairlerin mısra ve beyitlerine başvurarak!.. Öyle anlaşılıyor ki nice büyük velilerle şairler birbirine akraba gibi, hep aynı frekanstan konuşuyorlar. Dolayısıyla biz onların vasıtasıyla takvimle ölçülen zamanları bir bir geçiyor, belki asıl zamanı, yani içten duyulan ve belki de hiç geçmeyen ebedî zamanlara eriyoruz. O anda geçen bütün zamanlar, geçmez gibi oluyor. Bitmeyen bir ebediyete dönüşüyor ve sanki içimiz dışımız bir oluyor.


Burda size Allah’ın o seçkin kullarından ne bir beyit, ne de bir mısra nakledecek değilim. Onların o halleri ile erdikleri derin sükûtu ya da en melâlli zamanları sizin de tanımanızı, bilmenizi elbette isterim. Bunun yolu da kuşkusuz Ramazan’a mahsus bir okuma ile mümkün. Bunlar nelerdir ya da neler okunabilir derseniz, burda size cilt cilt kitaplardan, külliyatlardan söz etmem mümkün. Fakat bunların neler olabileceğini gene sizin takdirinize bırakarak, ancak şunu söyleyebilirim: Bu mevsimde abur-cubur şeyler okumayı kesmek esas olmalıdır. Ruhu besleyen, maneviyatımıza takviye mahiyetinde eserler hasseten tercih edilebilir.


İşte bu izahların ardından şimdi tekrar etmek istiyorum.


Siz, biz, hepimiz, hep birlikte mübarek bir kapıdan, en mübarek zamanlara doğru ilerliyoruz. Sadece biz değil, bütün evren Ramazan’a giriyor. Mahiyetine tam olarak nüfuz edemediğimiz böyle mübarek bir ayın, bizi kendi rengi ile boyamasını diliyoruz. İçimizde bir açılma, zihnimizde bir küşâyiş bekliyoruz. Özellikle de içimizin dışımızın bir olması hususunda kuvvetli bir arzu duyuyoruz. Bu ayın ayrıca bizi kinden, adavetten uzak tutması en büyük temennimizdir.


Hassaten de peygamberâne bir ahlâka ve üslûba o kadar ihtiyacımız var ki!.. Nitekim onun nice hadislerini okuyor, sohbetlerini takip ediyoruz. En büyük düşmanlarına ne tür sözlerle mukabele etmiş, şaşıp kalıyoruz. Onun sinirleri yok muydu? Onuru, gururu incindiği zamanlarda, neden bizim gibi pervasızlaşmıyordu? Anlık tepkileri, refleksleri neden bizim gibi değildi? Dolayısıyla asıl bu dili, bu üslûbu edinmek lâzım değil mi?


Uzun vadeli düşünmek, düşmanlıkları da rûzu kıyamete kadar sürdürmemek!.. Bugün düşman bildiklerimizin, yarın rücû edebileceğini asla unutmamak!.. Yani onların geri dönüş hallerinde, söylediğimiz ileri geri sözler dolayısıyla yüzümüzün kızarmaması!..


Onun için bu kardeşiniz genellikle, kişilerle fikirleri birbirinden ayrı mütalaa etmeye özel bir gayret sarfetmektedir. Yani şahsiyet yapmamak gibi bir gayret!.. Dolayısıyla insanların tek tek yanlış ve hatalarını düzeltmeye kalkışmak yerine, doğrudan kendi fikrimizi vâzetmek daha kestirme bir yol değil midir?


İşte bu duygularla bütün okuyucularımızın Ramazan’ını tebrik ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi