Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ramazanı daha dinamik yaşamak

Ramazanı daha dinamik yaşamak

Şimdi bizden birileri coşup, “Ah!.. Nerede o eski ramazanlar” demez mi, beynim üşümeye başlıyor!


Nasıl anlatmalı ki, ramazan insanın imanının kendi iç dünyasına yansımasıdır. O yansımanın hangi tarihte olduğu değil, olup olmaması önemlidir...


Bu anlamda her ramazan kendi öncelikleri ve özellikleriyle gelir, özellikleri ve öncelikleriyle yaşanır, gider...


Geçmişe nostalji takılmak yerine, mevcut ramazanı gerektiği gibi yaşayıp bir nevi “biriktirmek” daha anlamlı değil mi?


Kana kana yaşanıp dolu dolu ihya edilen her ramazan “hasret ramazan”dır. Yoksa ne Direklerarası eğlenceleri, ne meddah- kanto hikâyeleri, ne de “Çiftetelli Medyası”nın oruçsuzları, ramazanı “hasret ramazan” yapmaya yeter.


Çiftetelli Medyası televizyonlarının “Ah!.. Nerede o eski ramazanlar” formatında sunduğu eğlence ve magazin ağırlıklı iftar/sahur programları da insanı ramazanlaştırmaz...


Bazı belediyelerimizin “vur patlasın-çal oynasın” yanı ağır basan ramazan programları ise, ramazanın ruhuna tam manasıyla aykırıdır: Atılan taş ürkütülen kurbağaya değmiyor!


Amaç “halkı eğlendirmek”se, bunu diğer aylarda yapabilirler. İstedikleri sanatçıya konser verdirebilirler. Ramazan “şaka-şamata” için en uygunsuz aydır.


O kadar ki, ramazanda “eğlence” kavramı bile değişmeli, kirletilmiş eğlencelerin yerini iman eksenli yansımalar almalıdır.


Osmanlı asırları bu konuda da belediyelerimize rehber olabilir...


Osmanlı, ramazanın tümünü eğlenceye ve neşeye dönüştürmüştü. Ama “neşe”nin de “eğlence”nin de anlamı farklıydı.


Meselâ, selâtin camilerinde, musikişinas müezzinlerle bestekâr imamların kıldırdığı ruhu şenlendirici teravihler müthiş neşe verirdi insanlara...


Sürre Alayı’nın gidiş geliş merasimleri ülkenin dört tarafından gelmiş insanları fevkalâde eğlendirirdi...


Çocuklar, mahyalardaki mesajları okumakta yarışırken müthiş eğlenirlerdi.


Fitre ve zekât verme, fakir doyurma, sadaka taşlarına sadaka bırakma, borcundan dolayı cezaevine düşmüş borçlu bir dindaşının (kardeşinin) borcunu ödeyip ramazanı çoluk çocuğuyla yaşamasını sağlama gibi sevaplı işler de imanlı insanın iç dünyasını neşelendiren işlerdi...


Ayrıca iftar ve sahur sofraları, tüm ailenin ortak yaşam içinde Allah’a ulaşma keyfini derinden hissettiği anlardı...


Osmanlı insanı eğlencesiz ve keyifsiz yaşamıyordu; sadece onların “eğlence” saydığını biz “eğlence”den saymıyoruz. Onların “zevk” odaklarından zevk alamıyoruz. Aramızda anlayış farkı oluştu.


Osmanlı insanı, başta namaz ve oruç olmak üzere insanı Allah’a ulaştıran yollardan zevk alırdı, biz alamıyorsak ve bu yüzden ramazanımızı “şaka-şamata”ya boğuyorsak, kusur bizdedir...


Osmanlı bilinciyle ramazanı yaşamamıza katkıda bulunmaları gereken belediyelerimiz, işi “şaka-şamata”ya boğarlarsa, büyük vebal almış olurlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi