Erdal Şafak

Erdal Şafak

Ne Şam'ın şekeri...

Ne Şam'ın şekeri...

Zeytindağı üçlemesi (1)
Havalimanında vakit geçirmek için kitapçı raflarına göz atıyordum. Sıra sıra onca kitabın içinden biri bana adeta el etti. Uzanıp aldım:
Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Cumhuriyet devri edebiyatının en büyük hadiselerinden biri" diye alkışladığı Zeytindağı...
İlki lise yıllarımda olmak üzere birkaç kez okuduğum, her defasında son sayfasını derin bir sızıyla kapattığım Zeytindağı...
Her okuyuşumda küçük yaşta yitirdiğim babamın sözlerinin veya o dönemin toplumsal belleğin derinliklerinden su yüzüne çıkmak için debelenen özleminin yankılandığı Zeytindağı: "Suriye, Anadolu'nun doğal uzantısı ve ayrılmaz bir parçasıdır. Suriye'nin sorunu Türkiye'nin sorunudur. Veya tersi... Bir gün kaçınılmaz olarak bu suni sınırlar ortadan kalkacaktır..."
"Babamın herhalde bir bildiği var" diye düşünürdüm o çocuk aklımla. Öyle ya; Fransızlar'ı yenip Adana'yı işgalden kurtaran kuvvetlerin subaylarından biri değil miydi? Fransızlar'dan "Savaş ganimeti" olarak aldığı sancağın Adana'daki müzede sergilendiğini söylemiyor muydu? Ve iç çekerek eklemiyor muydu: "Adana'nın yarım günlük yol ötesi Halep'ti. Keşke durmasaydık..."
Ah, emperyal hevesler...
Veya Osmanlı mülkünü mümkün olduğunca kurtarma veya geri alma düşleri...
Babamın küçük yaşlarımda bana bu jeopolitik gerçeği veya Cumhuriyet'in gizli hedefini (Çünkü, Mustafa Kemal Atatürk, Misak-ı Milli'nin ilk sınırlarını Halep'in güneyinden geçirmişti) fısıldadığı yıllarda, Suriye'de Edip Çiçekli işbaşındaydı. Ve o çocuk yaşta aklımda kaldığı ya da babamın bellettiği kadarıyla, o da Osmanlı geçmişinin -bir genç kızın çeyiz sandığı kadar- özenle sakladığı mirasının ağırlığıyla Türkiye ile Suriye'yi yeniden kavuşturma düşlerini açık açık seslendirmeye başlamıştı.
Sanki tüm yolların kesiştiği Ortadoğu'nun Roma'sı Şam'ın kapısının 30 küsur yıldır paslanmış anahtarı yağlanıyordu. Osmanlı'nın Cumhuriyet versiyonuna Şam Kalesi'ni ardına kadar açmak için...
***

Sonra Bağdat Paktı kuruldu ve Suriye dışarıda bırakıldı...
Sonra babam öldü...
Sonra Suriye'de sabah erken kalkanın darbe yaptığı uzun mu uzun istikrarsızlık dönemi başladı.
Sonra Suriye'de önce Baas darbesi oldu (1966), ardından Hafız Esad darbesi (1971).
Sonra büyüdüm, yani gençlik dönemime hamle yaptım ve Suriye'ye ilgimi yitirdim. "Darb-ı mesel"deki gibi: "Ne Şam'ın şekeri, ne..."

***
Ta ki...
Ta ki 1984'teki Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla PKK diye bir örgüt ortaya çıkıncaya kadar...
Ta ki, o bölücü terör örgütünün başı Suriye'ye "Çıkış yapıncaya" ve Şam'da bir villada arz-ı endam edinceye kadar...
Ta ki, 2000'lerin başlarında imparatorluk geçmişimizin hayalleri ve hayaletleri yeniden ortalıklarda dolaşıncaya kadar...
Ta ki, yeni küresel düzen dünya coğrafyasında mıncıklanmadık bölge, ne kadar kalın kabuk bağlamış olursa olsun kaşınmadık yara bırakmayıncaya kadar...
Ta ki, yeni küresel düzenin tek tip yönetim şemasının ilk uygulama alanı veya ilk laboratuvar deney tüpü olarak bizim de esaslı bir yer kapladığımız coğrafyamız seçilinceye kadar.
Ta ki, "Yaratıcı kaos" stratejisinin, "Armageddon Savaşı" söylencelerini ciddiye alanların ciddi ciddi yazdıkları bir senaryo olduğunu fark edinceye kadar...
Ta ki, Armageddon'un İbranice'deki adının "Harmediggo" olduğunu öğreninceye kadar.
Ta ki, Harmediggo'nun coğrafi adının "Megiddo" olduğunu (İbranice'de "Har" dağ anlamına geliyor) saptayıncaya kadar.
Ta ki, bugün İsrail topraklarında, Suriye sınırının hemen öte yakasında ama doğal Suriye'nin devamını oluşturan bölgede yer alan Megiddo'nun kutsal kitaplarda ve zamanın ötesinden gelen söylencelerde "Kıyamet Savaşı"nın yapılacağı yer olduğunu okuyuncaya kadar.
Ta ki, Osmanlı'nın Suriye'yi 19-21 Eylül 1918'de İngiliz ordularına Megiddo Savaşı'nda yenildikten sonra terk ettiğini tarih kitaplarından ve de o dönemin komutanlarının anılarından belleyinceye kadar...
Ta ki, Megiddo'nun veya Armageddon'un, "Zeytindağı"nın, ardından da Kudüs'ün kapılarını ardına kadar açan çilingir olduğunu öğreninceye kadar...
***

Geçmiş hep aramızda. Aradan kaç kuşak geçerse geçsin bugünümüz hep geçmişle iç içe, koyun koyuna. Bugünümüz geçmişin yansıması gölgesi. Geçmiş bugünümüzün hortlağı...
Artık "Zeytindağı"nın sayfalarını çevirmeye başlayabiliriz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Erdal Şafak Arşivi