Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Aşağı Fırat Havzası

Aşağı Fırat Havzası

Sabahtan beri kalabalık bir kafile ile dolaştığımız bu coğrafyalar bana o kadar farklı geliyor. Buraları size nasıl anlatsam, anlatmaya neresinden başlasam bilmiyorum.



Yalnız şunu söyleyeyim; dünyanın neresine gitsem bu kadar şaşmaz, gördüğüm yerlerden bu kadar memnun olmazdım. Ne uzak batının yüksek teknolojisi, ne de Uzakdoğu’nun sırlı âlemleri bende böyle bir tesir meydana getirdi. İşte böyle bir haleti ruhiye içinde yol boyu küçük, münzevi köylerden geçiyor, ürperiyorum. İçinde bulunduğum minibüsün camlarından dostlar bir bir işaret ediyor.


- Hoca bak, şu köy (Gemuhu) var ya!.. Orası rahmetli Fethi Gemuhuoğlu’nun doğduğu!..


Ben Gemuhu’nun siluetini, daha henüz zihnimde toparlayabilmiş değilim ki, öbür yandan diğer bir arkadaş beni başka bir yöne davet ediyor: “İşte önümüzde şurası var ya, orası da büyük şairlerimizden Niyazi Yıldırım Gencosmanoğlu’nun beldesi Ağın!.. Elazığ’ın ilçelerinden Ağın!..


İşte böyle böyle yol boyu ilerliyor, Elazığ’dan kuzeylere doğru durmaksızın yol katediyoruz. Rahmetli Necip Fazıl’ın Ankara-İstanbul arasında gidip gelirken kâh trenlerle üstünden geçtiği, kâh akan sulara paralel ilerlediği Sakarya Irmağı’nın, onun üzerinde ne tür tesirler bıraktığını hepiniz bilirsiniz. (Koca şaire “Sen kıvrıl ben gideyim son peygamber kılavuz” ya da “İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya” ya da meselâ milletimizi ve tarihimizi kendisiyle özdeştirerek söylediği “Yüz üstü çok süründün ayağa kalk Sakarya!..” cinsinden mısralar ilham eden Sakarya Irmağı’nda olduğu gibi, biz de dura dinlene gün boyu, Fırat’ın kollarından Karasu’yu kendimize kılavuz ederek ilerliyoruz. Yüksek mi yüksek dağlar arasında bazen zirvelere başımızı dikerek, bazen de hemen yanıbaşımızda kabarmış bir gönül gibi habire boşanan Karasu’nun sularına değe değe yol katediyoruz.


Biraz vakit geçmiş olmalı ki dostlardan biri tekrar işaret ediyor. Meğer gösterdikleri o münzevi köylerden biri Nurettin Topçu’nun doğduğu Toybelen köyü değil miymiş? Hemen öbür yanda da, “Orda bir köy var uzakta/O köy bizim köyümüzdür/Gitmesek de varmasak da/O köy bizim köyümüzdür” diyen ve doğduğu köyü yana yakıla anlatan Ahmet Kutsi Tecer’in köyü!.. Bu iki köyün ikisi de eski adı Eğin, yeni adı Kemaliye olan küçük bir ilçenin köyleri.


O sırada çıktığımız Elazığ’dan bu yana, yani güneyden kuzeylere doğru o kadar yol katetmişiz ki neredeyse akşam olmuş. Namaz için Kutsi Tecer’in hasretle andığı o köye giriyoruz. Akşamın karanlığında etrafa öyle bir ıssızlık çökmüş ki tahmin edemezsiniz. Fakat ben, Türkçenin o kayıp köyünü, akşamın karanlığında unutulup gitmiş o münzeviliği keşfetmekten memnun, fakat daha ziyade şaşkın bir ruh hali ile öyle donup kalıyorum. Şaşmam içim kabarmış bir halde o şaire mi, bu vadilere mi, yoksa hemen aşağılarda derin denizler gibi boşanan Fırat’ın sularına mı bilmiyorum. İçimden boşanan sessiz çığlıklarla haykırmak istiyorum:


- Ey şair!.. Senin belki gittiğin, belki gitmediğin, fakat ruhunda bir ukde gibi yer tutmuş o kayıp köydeyim işte!.. O kayıp medeniyet havzasının gerdanına takılmış o iri inciye, işte ellerimle dokunuyor, gözlerimle onu okşuyorum. Ruhunda çöreklenmiş kalmış hasreti, ben vuslata erdiriyorum!..


Fakat düşündükçe daha iyi fark ediyorum. Ahmet Kutsi Tecer’in olsun, Nurettin Topçu veya Fethi Gemuhlu’nun köyleri olsun!.. O köyler, bu vadiler, aşağılarda kıvrıla kıvrıla akan Fırat’ın kolu Karasu, bu küçük küçük ovalar, nihayet hepsi bir bütün değil mi?..


Her biri tek tek, ayrı dünyalar kuşkusuz. Fakat kendi aralarında, Fırat’ın kolları boyunca, kuzeyden güneylere doğru tam bir havza da teşkil ediyorlar. Dolayısıyla biz böyle güneyden kuzeylere doğru ırmak suları ile birlikte aksak, aksak!.. Varacağımız yer neresi olur, biliyor musunuz?


Bu akan sular nasıl Keban ve Karakaya barajlarının yüksek bentleri önünde dizginleniyor, şişip kabarıyorsa; bütün bu havzanın köyleri, kasabaları, insanları da, Elazığ ve Harput paydasında daha yüksek bir terkibe eriyor, yani demek istediğim bu yöreler, çoğumuzun fark etmediği ve henüz daha yüksek bir sanatla ifadesinde de kavuşmamış o derece bakir, kapalı diyarlar!..


Size hatırda kalması için, yalnız şunu söyleyebilirim.


Büyük bestekâr Sadettin Kaynak, daha cumhuriyetten önceki yıllarda, bir tesadüf eseri askerliğini bu coğrafyalarda yapmış. Karadeniz’in o coşkun ve hareketli sesi, bu yörelerin mayalarını, ezgilerini, türkülerini dinleye dinleye kendini bulmuş!.. Yani Sadettin Kaynak’ın güçlü bestelerinin orasına burasına sinmiş nice ezgilerde, buralardan bir tad ve yanıklık tesiri onun için hissediliyor. Öyleyse gelin hep birlikte Fırat Havzası’nın teşkil ettiği bu derin kültür ve medeniyet terkibine yeni baştan nazar edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi