Mehmet Koçak

Mehmet Koçak

Savaşta değiliz ancak savaşı yaşıyoruz

Savaşta değiliz ancak savaşı yaşıyoruz

Mali krizdeki Avrupa’da Yunanistan’dan sonra İspanya ve İtalya’daki durum, yaklaştıkça kızışan ABD Başkanlık seçimleri ve Çin’in hırslı ilerleme politikası, dünya basınının haber ve yorum konuları iken, Suriye’den Türkiye’ye açılan ve beş kişinin ölümüne neden olan top ateşi sonrası Suriye yeniden gündemin birinci maddesi oldu.

Suriye’nin Rakka kentine bağlı Tel Abyad ilçesinden ateşlenen bir top mermisinin Şanlıurfa’ya bağlı Akçakale ilçesine düşmesinin ardından Türkiye’nin Suriye’deki bazı hedeflere misilleme düzenlemesiyle dünya siyasi başkentlerinde yeniden bir hareketlenme başladı.

Türkiye yaşananlar hakkında BM ve NATO’yu bilgilendirdi ve sonrasında misillemede bulunarak, en meşru hakkını kullandı. Bir diktatör yönetimindeki Suriye’nin bu derece ileriye giderek küstahça saldırması elbette karşılıksız bırakılamazdı. Türkiye savaş isteyen taraf değildir, ancak ülkesini ve milletini savunma ve her türlü saldırıya karşı en sert şekilde ve de misliyle cevap verebilecek güçte, imkan ve kabiliyette olduğunu da göstermelidir, bu misillemeyle bunu göstermiştir. Aslında Türkiye bu misillemeyi savaş uçağımız düşürüldüğünde de yapmalıydı.

CHP’nin direnişi MHP’nin de desteğiyle aşılarak TBMM’den Suriye için tezkere çıkmış olması AK Parti iktidarının elini kuvvetlendirdi. Şimdi Türkiye, dünya başkentlerinde “Suriye tarafından gelebilecek herhangi bir saldırıda ülkemin egemenliği ve vatandaşlarımın güvenliği için uluslararası hukukun tanıdığı tüm hakları sonuna kadar kullanacağım” diyerek hem bilgilendirme yapacak hem de destek arayacak.

Bu tezkere Ak Parti’nin değil, Türkiye’nin tezkeresidir. CHP’nin iddia ettiği gibi asla bir savaş tezkeresi de değildir. Türkiye mezhepsel ve bölgesel savaşları önlemeye çalışmaktadır ancak milli hassasiyetlerimiz ve onurumuz söz konusu olursa o zaman bu yetkinin savaş için de kullanılacağı kesindir. MHP’nin milli hassasiyetleri nazarı dikkate alarak tezkereye destek vermesi takdire şayan ve de milli bir duruştur.

Ancak; güven duyduğumuz NATO üzerine düşeni yerine getirmiyor ve uluslararası toplumun desteği ise yeterli değil.

NATO ne mi yapmalıydı?

Sözden öte bir şeyler yapmalıydı.

“Ben de Türkiye’nin yanındayım. Daha ileriye gidersen gereğini yaparız” mesajını verebilir, bölgeye birkaç savaş gemisi gönderebilirdi veya birkaç NATO uçağını Suriye semalarında uçurtabilirdi.

Böyle yapmış olsaydı sadece Türkiye’ye moral desteği vermiş olmazdı aynı zamanda güvenilirliğini ve inandırıcılığını göstermiş olurdu.

BU OLUMSUZ GELİŞMELERİN MÜSEBBİBİ BM’DİR

Eldeki veriler incelendiğinde varılan netice gösteriyor ki; bu olay bir kaza değil, provokatif bir saldırıdır.

Ayrıca:

Şam yönetiminin “Bir kazadır araştırıyoruz” açıklamasıyla saldırının Suriye Ordusundan geldiği kesinlik kazanmış oldu. Bu saldırının Türkiye’yi savaşın içine çekmek amacıyla bir plan çerçevesinde gerçekleştirilmiş olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Diktatör Beşşar Esed “bölge savaşı” çıkmasını istiyor.

Çünkü: İran’ın inanılmaz desteğiyle ayakta durmaya çalışan Esed, savaşın bölgeye yayılmasıyla bölgede söz hakkına sahip olmak isteyen güçlerden istifade etmek suretiyle direnebileceğine inanıyor.

Bölgenin Suriye üzerinden dizayn edilmek istendiği bir gerçek.

Diğer bir gerçek ise; Suriye’nin bir iç savaşa sürüklenmesi ile her geçen gün insan kaybının yaşanması ve ülkenin yakılıp yıkılmasının sorumlusu Uluslararası toplumdur. Nato ve BM’dir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri ortak bir karar alamamış ve Esed diktatörünün zaman kazanmasına fırsat verilmiştir. BM ve uluslararası toplumun yanlışlarından istifade eden diktatör Esed, kendi milletini toplu katliamlara tabi tutuyor ve o güzelim şehirleri yakıp yıkıyor.

BM’de veto hakkı olan Rusya ve Çin; bölge dengeleri ve ulusal menfaatleri gereği Esed’i korurken, İran’ın mezhepsel bir yaklaşım içinde İslam inkılabının ruhuna aykırı tavrı ise despotçu diktatörün iktidar ömrünü uzatıyor.

ASIL OYUNA GELEN KEMAL’İN KENDİSİDİR

“Hükümet oyuna geldi. Savaşa sürükleniyoruz” naraları atan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, tezkere konusunda milli bir tavır ortaya koyamadığı için asıl oyuna kendisi gelmiştir.

Milli refleks ve onurlu bir tavır takınmak elbette herkes için geçerli değil. Her şeyden önce o ruha sahip olmak lazım. Yeri ve zamanı geldiğinde kimseden emir beklemeden o ruh ve his insanın kılcal damarlarına kadar harekete geçer. Onun için o ruhu taşıyanlar bu vatan ve millet için “İstikbal ve ikbalden önce istiklal gelir” diyerek her türlü fedakarlığa hazır olurlar.

Elbette güçlü ve etkili bir Türkiye istemeyen iç ve dış mihraklar Türkiye’yi savaşa sürükleyebilmek için uğraşıyorlar.

Birileri tahrik ediyor, birileri de gaz veriyor.

Ancak hükümet tahriklere kapılmadan ve gaza gelmeden soğukkanlılık içinde, sorumluluğunun bilincinde milli ve onurlu duruşunu endişeye mahal bırakmayacak şekilde devam ettiriyor.

İran Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı Muhammed Riza Rahimi ile görüştükten sonra düzenlenen ortak basın toplantısında Başbakan Sayın R.Tayyip Erdoğan açık ve nek konuştu “Tezkerenin amacı etkin caydırıcılıktır. Zira biz savaş istemiyoruz, barış ve güvenlik istiyoruz. Hiç kimse bizi test etmeye kalkmasın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ve sınırlarını korumaya muktedir bir devlettir”.

Başbakan Erdoğan, kazanın bir kere olabileceğini ancak defaten olması kaza olarak kabul edilemez olduğunu hatırlatarak aslında muhatabı İran Cumhurbaşkanı 1. yardımcısı üzerinden her kesime “Biz şamar oğlanı değiliz, herkes haddini bilsin” imasında bulunmuş oldu.

Şu bir gerçek:

Savaş kazanan taraf için de büyük bir kayıptır ancak egemenlik ve onurumuz söz konusu olduğunda kaçınılmazdır. Dileriz ki, durum buralara varmaz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Mehmet Koçak Arşivi