Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Nilüfer’imin ilk kitabı

Nilüfer’imin ilk kitabı

Kültürle ilgi bağı kopmuş/ koparılmış toplumların iç âleminde loşluklar ve boşluklar oluşur; bunları doldurmak için de siyasete, futbola ve magazine sarılırlar...


Yıllardan beri böyle bir sürecin içinde yaşıyoruz. Bunun hayatımıza bazı yansımalarının olması kaçınılmaz.

1. Karamsarlık oluşur;

2. Umutsuzluk gelişir;

3. Hayatta daima var olan güzellikler fark edilmez olur.

Hangi gazeteye baksanız, hangi televizyon kanalını izleseniz, karşımıza aynı kara tablo çıkıyor: Dışarıda savaş, içeride çatışma; dağlarda kan, cezaevlerinde açlık grevi, şehirlerde gösteri, biber gazı, barikat, cop, gerginlik... Dünyamız karardı!

Olanları elbette görmezden gelemeyiz, ne var ki Allah kâinatı dengeler üzerine kurdu, olumsuzlukların yanına olumlu şeyler de koydu (gül ve diken gibi); sadece olumsuzluklara (dikenlere) bakmak, öncelikle kendi ruhsal dengemizi alabora edebilir.

Ben böyle zamanlarda kitaba kaçarım. Her yeni kitapta yazarının birikimlerini, hayallerini, iç zenginliklerini keşfede ede kendimi zenginleştirir, hayatın dayattığı olumsuzlukları böylece dengelemeye çalışırım.

Gerçi kitap da genel yozlaşmadan nasibini almış, çünkü bazı yazarlar “estetik” kaygıdan ve “hayata yürek izi bırakma” çabasından kopmuştur. Yine de aralarında okunmaya değer olanlar vardır, kaçırmamaya çalışırım.

Son günlerde okuduklarımın arasında biri var ki, benim için “özel kıymeti haiz”dir...

Kitabın adı:

“Bir Hikâyeden Aklımda Kalanlar”...

Yazarı: Nilüfer Taktak...

Yayınevi: Esen Kitap (0212 512 99 00).

“Bu kitabın ‘hikmet’i ve ‘kıymet’i nedir” derseniz, öncelikle konusu özgün, işleme biçimi estetik, tasvirler edebi, fikir özgür ve serazat; yani hür, serbest, dertsiz ve rahat...

Terk eden bir kadınla, terk edilen bir erkeğin, olayı kendi karakteristik özelliklerinden yorumlamaları, hem kadın-erkek arasındaki farklılığı çarpıcı biçimde ortaya koyuyor, hem de benzer bir olayı yaşasın yaşamasın, herkesi işin içine çekiyor.

Kitapta “ders” kaygısı olmasa da, şahsen benim çıkardığım bir “ders” var: Ama sizinle paylaşmayacağım, çünkü herkes kendi bakış açısına göre farklı sonuçlara ulaşabilir. Bu öyle bir kitap: Yazar kadar okur da özgür olmalı.

“Hamil-i kart torunumdur” diye söylemiyorum (çünkü yazma söz konusu olduğunda, yazara yakınlığımı ve uzaklığımı “işini doğru yapmak” belirler), ama ifadeleri düzgün, kalemi coşkulu, kelimeleri seçkin, anlatımı hem sade, hem keyifli, düşünceleri berrak, kurgusu orijinal...

Hayalinizi alıyor, ayrılan iki insanın beyninde, yüreğinde, ruhunda, duygularında ve muhitinde dolaştırıyor. Varlığı “insan” yapan sırların kapısını aralıyor. Zıtlıkların arasında dolaştırıyor. Başlangıçta “hayal” sandığınız şeylerin, sayfalar tükendikçe “hayat”a dönüştüğünü görüyorsunuz.

Kitap bitince fark ediyorsunuz ki, kitaptaki karakterler hiç yabancı değil: Sizsiniz!

“Bu çocuk ne zaman büyüdü, ne zaman okudu, hayatı ne zaman keşfetti de yazdı?..” diye düşünmekten kendimi alamadım. Zira kundak içinde kucağıma verdikleri gün, dün gibi! Gördüğüm ilk şey, beni keşfetmeye çalışan kocaman bir çift yeşil gözdü. Titrek bir heyecanla gözlerine gülümsemiş, ezan ve kamet eşliğinde adını kulaklarına fısıldamıştım: Nilüfer...

Bu isim ilk kitabım Sunguroğlu’daki kadın kahramanımın adıydı.

Yıllar nasıl da “Rüzgâr Gibi Geçti” (bu da Margaret Mitchell’in meşhur romanının ismi).

Ben Nilüfer’in ilk kitabını beğendim, umarım okuyanlar da beğenirler ve Nilüfer dünyana kendine ayrılan zaman diliminde, dedesinden (yani bendenizden) arta kalacak boşluğu hakkıyla doldurur...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi