Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Turpun büyüğü PKK değil!..

Turpun büyüğü PKK değil!..

1997’den beri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül iyi şeyler olacak, güzel şeyler olacak der dururdu. Bununla kalmaz, bazen de şöyle söylerdi. “Bölgemizde büyük dönüşümlerin yaşanacağı bir döneme doğru ilerliyoruz. O zamana kadar Türkiye’nin terör sorununu behemehal halletmesi gerekir. Yani hazırlıksız yakalanmamamız, herhangi bir emrivaki ile karşılaşmamamız için!..”


Cumhurbaşkanlarının dış politikaya ve milli güvenliğe dönüş konuşmalarını, devlet ve hükümet organları arasında tesis edilmiş bir mutabakatın dışa vurumu biçiminde algılamak lâzım geleceğine göre, acaba sayın Gül’ün verdiği mesajların muhatabı kimler olabilir dersiniz?

İşte burada devlet içinde önceden hakim, sonradan ise kısmen tasfiye edilmiş veya halen dağınık, görünür-görünmez bazı mihrakların varlığı sonucuna ulaşıyoruz. Herhangi bir hükümet veya devlet politikasını sabote etme kabiliyetini hâiz dağınık güçler, güç merkezleri!.. Onların bazısının ordu içinde, bazısının bürokraside, bazılarının veya çoğunun da basında veya büyük sermaye kuruluşlarında yer tuttuğunu kestirmek zor olmamalıdır.

Tarafları tam olarak kestirilemeyen bu iki kesim arasında, PKK ve Kürt politikası üzerinden ciddi bir savaş yaşanmakta idi. Hükümet ister terörle mücadeleye ağırlık versin, ister müzakere yöntemini devreye sokmak istesin. Beklenmedik anda, görünmez mevzilerden binbir ateş ile karşılaşıyordu. Yani o çevrelerin muradı bu mesele hallolmasın, ilânihaye sürüp gitsin gibi bir mantığa dayanıyordu.

Dikkat edilirse o çevreler ağırlıklı olarak, eski Ergenekoncu kesimlerle yatıp kalkmaktadırlar. Türkiye’nin İsrail’le arası bozuldukça, Türkiye darbeci kadroları hizaya getirdikçe, adeta bundan fıtık oluyor ve PKK’ya bir imkân olarak sarılıyor da sarılıyorlardı. Oslo müzakerelerini deşifre ederken duydukları haz buradan ileri geliyor, Uludere meselesini krize dönüştürmek aşkları da buradan depreşiyordu.

Nasıl Cumhurbaşkanının konuşması Köşk’ün, hükümetin, Genelkurmay ve istihbaratın ortak iradesi olarak tezahür ediyorsa, içerisinin ve dışarısının karşı politikaları da gene basın vasıtası ile dışa vuruluyordu. Fakat bu safhada ne olduysa oldu, geçen yılki MİT krizi ile birlikte saflar yeni baştan karıldı.

Ergenekon mücadelesi sırasında hükümetin yanı başında yer tutan liberal taife, baktık gördük ki meğer cephe değiştirmemiş mi? Sadece onlarla kalsa ne ise!. Ağırlıklı muhafazakâr bir çevre ve önemli bir basın grubu da aynı şekilde!..

Aynı merkez etrafında kümelenen bu gruplardan kimisi, şiddet politikaları uyguladığı için hükümeti yerden yere vuruyor, hakaret ediyor!.. Kimisi de neden PKK’ya veya KCK’ya taviz veriyorsun? PKK gibi bir örgütle nasıl müzakereye kalkışırsın diye, dindar tabanları adeta tahrike kalkışıyordu. Oraya-buraya dağılmış veya yerleştirilmiş muhafazakâr, milliyetçi veya dindar sözcüler de, bulundukları yere göre farklı farklı ağızlar kullanıyordu.

Ama burada unutulmaması gereken hep şu olmuştur: Güya kimisi liberallerle kimisi ulusalcılarla savaşır gibi görüntü veriyor, ortalığı geriyor, fakat bu kavga-gürültü arasında hükümet ne düşünüyor, Türkiye nasıl bir strateji uyguluyor veya uygulamak istiyor? Bütün maksatları da bunu örtmek!.. Türkiye’nin geliştirmek istediği sağduyulu yaklaşımı örtmek ve bastırmak!.. Topluma bunu asla duyurmamak!..

İşte Türkiye neredeyse bir yıldır, damarlarına nüfuz etmiş bu yabancı ukdeyi tasfiye ile meşguldü. Dolayısıyla şimdi yürürlüğe konulan strateji, kaçıncı defa karşılaştığımız sabotajların, belden aşağı vurmaların ardından geliyor.

Öyleyse şundan emin olabiliriz: Türkiye, ne o boyundan büyük lâflar savuran liberallerin, ne vatan-millet tüccarlığına soyunmuş Ergenekoncu ulusalcıların, ne de onların dümen suyuna girerek şiddet edebiyatı yapan görünür-görünmez piyonların yolunda ilerlemiyor!.. Dolayısıyla da iki yakasını bir araya getirdikten sonra girişiyor bu işe Türkiye!.. Avrupa’cı, İsrail’ci ya da Amerika’daki Neo-Com’ların sözcülüğüne soyunmuş mihrakları hizaya getirerek, devreye sokuyor bu politikayı!..

Onun için aynı günlerde, Karadayı’nın derdest edilerek ifadeye çağrılması, ne kadar manidardır? Ortaya konulan barış sürecini saboteye kalkışacak, iç ve dış çevrelere dönük bir tehdit denemesidir Karadayı meselesi! Hizaya gelin!.. Aksi halde, 28 Şubat’ta aktif rol almış basın ve sermaye gruplarını da çağırabiliriz gibi bir mesaj!.. Nitekim dikkat edin: Aydın Doğan, bu mesajı alır almaz, kendi taifesini uyarmak lüzumunu duymadı mı?

Yani bu yeni süreç ciddi mi, ciddi!..

Öyle sanıyoruz ki, beklenmedik sabote denemeleri dahi bu süreci akim bırakamaz. Geciktirir belki, fakat sonuç gene de değişmez.

Hem ayrıca şunu hatırlatalım ki bu mesele, sırf PKK’nın silâh bırakması ile de sınırlı değildir. Silâh bırakma veya bıraktırma işi, asıl büyük politikanın önündeki bir engelin bertaraf edilme denemesidir. Yani turpun büyüğü daha heybede!.. Dolayısıyla hükümetin istikbale dönük o büyük rüyalarını bilmeden, tahmin etmeden bu işlerin önemi kavranamaz.

Yani asıl büyük politikalar söylenende değil, söylenmeyende, derûnu dilde muhafaza edilenler arasında gizli. Zaman nelere gebe bir bilseniz!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Necmettin Türünay Arşivi