Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Pargalı İbrahim Paşa polemiği

Pargalı İbrahim Paşa polemiği

 

Polemik sevmem, ancak bazen insanın kendini (olmasa bile) fikrini savunması zaruret haline geliyor…
 
Yazacaklarımı bu çerçevede değerlendirmenizi istirham ediyorum.
Bilinmelidir ki, bu tartışma (yahut çatışma) benim şahsi meselem değildir; tek amacım tarihi bir gerçeğin izini sürmekten ibarettir. 
 
Bundan birkaç gün önce katıldığım bir televizyon programında, söz arasında, Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’nın, Hürrem Sultan’a âşık olma ihtimalini, meşhur tarihçimiz Solakzade’nin ima ettiğini, bunun da Pargalı’yı idama götüren süreçte “bardağı taşıran son damla” olabileceğini söylemiştim.
Zira İbrahim Paşa’nın siyasi hatalarını ve ihtiraslarını Kanuni biliyordu, ama cezalandırmamıştı. Birden bire idamına hükmetmesi, daha derin ve etkili bir olayın varlığını düşündürüyor.
 
Solakzade’nin “ima”sına dayanarak, ben de bunu söyledim. Bir gazeteci ile iki tarihçinin yaptığı televizyon programından bana cevap yetiştirmeye çalışacaklarını nereden bileyim?
 
“Belge” olarak da Solakzade tarihinden iki sayfanın fotokopisini gösterdiler ve Solakzade’ye atıfta bulunmamı, “zor bulunur bir eser” olmasına bağladılar.
Böyle durumlarda “Ben bu kadar yanlışın neresini düzelteyim bre hane harap?” derler. İsterseniz madde madde sıralayalım…
 
Solakzade Tarihi zor bulunan bir kitap değildir, neredeyse sokak arası kitapçılarda bile satılıyor.
 
Edebiyatta “telmih” denen bir sanat var: “Telmih”sanatı imaya ve çağrışıma dayanır. Söylenmek istenen şey birkaç sözcükle ifade edilir. Kastedilen olayla işaret edilen olay arasında gizli bir benzetme yapılır. Solakzade, programda da okunan cümlesinde bu sanatı kullanmış, Hazret-i Süleyman üzerinden Sultan Süleyman’a gönderme yapmıştır. “İma” derken bunu kasdetmiştim.
 
Pargalı’nın alelâcele idam edilmesi, yıkanmadan, namazı dahi kılınmadan bir tabuta konup çarçabuk saraydan çıkarılması, özellikle gözden uzak bir yere defnedilmesi ve mezarının gizli tutulması, derin ve şahsi bir öfkeyi düşündürüyor. Kanuni’yi bu kadar kızdıran şey ne olabilir? (Hadîkat-ül-vüzerâ, “bilinmeyen bir sebepten” öldürüldüğünü yazıyor). Bu kuşku Solakzade’nin imasıyla birleşince, ortaya böyle bir sonuç çıkıyor. Bu öfkeyi başka türlü izah edebilecek bir babayiğit varsa, buyursun, hodri meydan!
Mezkür programda, Kanuni’nin “Pargalı’nın kayınbiraderi” olduğu, böyle bir aşkın imkânsızlığına “delil” olarak sunuldu ki, baltayı taşa vurmak asıl böyle olur! Çünkü son bulgulara göre Pargalı, Kanuni’nin kızkardeşi Hatice Sultan’la değil, Muhsine Hatun’la evlidir. Hatice Sultan İskender Paşa’nın karısıdır (Celalzâde, Lütfi Paşa ve Gelibolu’lu Ali tarihleri, ayrıca Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Belleten Dergisi, sayı 114), Muhsine isimli bir kadınla evlidir. Kadırga’daki (İstanbul) cami vakfiyesinde de bu bilgiler var. Dolayısıyla, Kanuni, Pargalı’nın kayınbiraderi değildir. Aralarında akrabalık bağı yoktur.
Programda Pargalı’nın mezarı olarak gösterilen yer, yine Solakzade tarihinde geçen, bugünkü Fındıklı’da Canfeda Tekkesi haziresindeki meçhul mezardır. Oysa Okmeydanı Tekkesi’ne yakın Nasuh Paşa kabrinin yanında olduğunu söyleyen tarihçiler de var. Yani bu konu tarihsel açıdan net değildir. Böyle olmasına rağmen kesin ifadeler kullanılarak, hatta Fatihalar okunarak, Canfeda Tekkesi’nin haziresindeki meçhul mezarın, “Pargalı’nın mezarı” olarak ilân edilmesi, reyting kaygısıyla yapıldığını düşündüren tarihi bir “gaf”tır ki, sadece bu bile programın özensizliği konusunda bir fikir verebilir.
 
Kendisi dışında herkesi küçümseyen birinin yönetiminde yapılan bir programda küçümsenmiş olmayı, kaynağı kıskançlık olan derin bir korkunun belirtisi olarak görüyor ve müthiş keyif alıyorum.
 
Tarih kimsenin tekelinde değildir, belgeler de kimsenin malı değildir…
 
Son söz: Başta da söylediğim gibi, polemik sevmem, ancak tarih bilgime de söz ettirmem. Ben televizyon ekranları sayesinde var olmadım. “Uyuyan güzel”lere dayalı reyting hesapları da bilmem. Kırk yıldır tarih okuyorum, tarih yazıyorum, tarih konuşuyorum. Bana laf dokundurmaya çalışanlardan birinin benim kitaplarımdan beslenmemiş olmamasını dilerdim. Ne yapalım ki, ağacı kesen baltanın sapı da ağaçtır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi