Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Abdurrahim Karakoç ya da gariban bir şair…

Abdurrahim Karakoç ya da gariban bir şair…

Sarı saçlarına deli gönlümü,

Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban…
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor, Mihriban.
*
Yar deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor…
Lâmbada titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor, Mihriban.
*
Tabiplerde ilaç yoktur yarama,
Aşk değince, ötesini arama;
Her nesnenin bir bitimi var, ama…
Aşka hudut çizilmiyor, Mihriban.
*
Mihriban kimdir?..
Yaşamış mıdır, yaşamamış mıdır?
Sevmiş midir, sevmemiş midir?..
Bunları bilemezsiniz. Yine de şairi böylesine etkileyen bir figüre karşı, derin bir saygı beslersiniz.
Belki de o yalnızca “şiirsel bir simge”den ibarettir, ama “aşkın simgesi” gerçeği kadar etkili olabilir. Bu yüzden o “simge”yi şairle birlikte siz de seversiniz.
“Tarife sığmıyor aşkın anlamı,
“Ancak çeken bilir bu derdi, gamı;
“Bir kördüğüm baştan sona tamamı…
“Çözemedim çözülmüyor, Mihriban.”
Şiirdeki duygu sağanağı gözlerinize dolup yaşarttığı an, söylenmemişleri de duymaya başladığınız andır…
O an şiirleşmeye de başlarsınız. Şiirin insan hayatına böyle derin bir katkısı var. İşte bu yüzden bir şair bir şair daha iki şair etmez, bir cihan eder.
Bence şairler pek de farkında olmadan bir birlerini tamamlarlar. Birinin bıraktığı yerden öteki başlar. Birinin eksiğini öteki şair tamamlar ve böyle böyle zaman içinde yeni bir dünya ortaya çıkar: Yaşanamamışlıkların ya da şairin dünyası…
Bakın bakalım: Abdurrahim Bey’den yüzlerce yıl önce, Ak Şemseddin’in yazdığı şu şiir, yüreğimize aynı duyguları ekmiyor mu, aynı “aşk” gerçeğini fısıldamıyor mu?
“Bu aşkı ben bilmez idim/ Bir acaib sevdâ imiş…
“Bir zerresi ay-u güneş/ Bir damlası derya imiş.”
Veya Daimî’nin “Ağlayan Şiir”i benzer duygularla bizi kuşatmıyor mu?
“Ne ağlarsın benim zülfü siyahım?
“Bu da gelir, bu da geçer ağlama…
“Göklere erişti feryad-ı ahım,
“Bu da gelir, bu da geçer ağlama.”
¥
Abdurrahim Karakoç, başka hiçbir şey yazmayıp hayatı boyunca sadece “Mihriban”ı yazsaydı bile kıyamete kadar hatırlanmaya ve anılmaya lâyık olurdu…
Kaldı ki yüzlerce anlamlı mısra yazdı. Ebediyette âbideleşmesinin birinci yıldönümünde ona ve 7 Haziran 1987’de Ahret’e doğan Cahit Zarifoğlu’na Allah’tan rahmet diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi