Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yürüyen Adam mı, “Duran Adam” mı?

Yürüyen Adam mı, “Duran Adam” mı?

Eskiden kovboy filmlerine çok giderdim. Ana tema hep aynıydı: Beyaz kovboyların Kızılderililerle mücadelesi…

Ben beyaz kovboyların tarafını tutardım; çünkü onlar daima haklı, Kızılderililer ise hep haksızdı: Öyle sunulurdu…
Farkında olmadan beyazların, yani Amerika’ya sonradan yerleşenlerin tarafını tutardım. Hâlbuki, Kızılderililer, o toprakların gerçek sahipleriydi, suçları-günahları da topraklarını ve ailelerini korumaktan ibaretti. Bunu belli bir yaşa ve birikime ulaştıktan sonra ancak fark edebildim…
Aynı anda bir şey daha fark ettim: Propaganda ile haklıyı haksız, haksızı haklı göstermem mümkündü…
Bir de “orantısız güç” meselesi vardı: “Beyaz adam”lar bu mücadelede “gürleyen demir” (tabanca-tüfek), Kızılderililer ise ok ve bıçak kullanırlardı.
“Orantısız güç” kullanan “beyaz adam”lar, patır patır Kızılderili öldürürken, kitleler halinde topraklarından sürüp açlığa mahkûm ederken, çok eğlenirdik…
İşin özünü kavrayamamak böyle bir şeydir işte: Hz. İbrahim’e karşı Nemrud’u, Hz. Musa’ya karşı Firavun’u, Hz. İsa’ya karşı Roma despotlarını, Hz. Âlişan Efendimiz’e karşı Ebucehil’i desteklersiniz.
¥
O filmlerden bugün aklımda birkaç Kızılderili ismi kaldı…
“Oturan Boğa”, mesela… “Mehtaplı Gecelerde Uluyan Kurt”… “Yürüyen Sarı Ayı”… “Böğüren Öküz”…
Bu garip isimlere (bize garip gelen isimler) karşı “Albert”, “Dalyn”, “John”, “Sam”, “Tom” gibi İngiliz isimleri daha sempatik gelirdi.
Kısacası her şey düşünülmüş, hiçbir şey tesadüfe bırakılmamıştı.
¥
Bir gün televizyon ekranına bir delikanlı çıktı: Hem koşuyor, hem şarkı söylüyordu… Ertesi gün gazeteler bir isim taktılar: “Koşan adam”…
Adının “Mirkelam” olduğunu ve çıkardığı albümün tutması için koştuğunu sonradan fark ettik… Mizansen reklam şirketleri tarafından oluşturulmuştu.
¥
Derken, yıllar sonra ortaya “Duran Adam” çıktı: Taksim Anıtı önünde hareket etmeden duruyordu.
O saatte “tesadüfen” bütün gazeteciler ve televizyonlar oradan geçiyordu! Çektiler ve haber yaptılar. Bir anda meşhur oldu.
Adı “Ekrem Gündüz”dü… Bu ismi o güne kadar ailesi ve yakın çevresi dışında hiç kimse duymamıştı. Hâlbuki adını duyurmak için çok çırpınmış, çok dans etmiş, çok taklalar atmış, avaz avaz bağırmış, duvarlardan atlamıştı…
Karşılık olarak bir iki alkış almıştı sadece, bir türlü gazetelerin/ televizyonların dikkatini çekememiş, meşhur olamamıştı.
İşgalcilerin Taksim’den çıkarıldığı, sokaklarda sıkıştırıldığı, tencere-tavanın da yalnızca nefret topladığı sırada, tesadüf bu ya, aniden ortaya çıktı: Huzurlarınızda  “Duran Adam!”
Medyamızın zekâ seviyesini bilenler, böylesine sarsıcı, kolay akılda kalıcı bir lâkabı pat diye bulmalarına şaşarken, oğlumuz şöhret basamaklarının en tepesine çıkmıştı bile…
“Oturan Boğa”dan “Koşan Adam”a, oradan da “Duran Adam”a gelmiştik!
Lâkin Türkiye’nin “Duran Adam”lara değil, “Koşan Adam”lara ihtiyacı vardı…
Gücün ve güçlülerin önünde değil, Allah’ın huzurunda “Eğilen Adam”lara ihtiyacı vardı: “Rükû” ve “sücûd”a eğilen…
“Düşünen Adam”lara, “Üreten adam”lara ihtiyacı vardı, Türkiye’nin…
Kısacası, “Adam gibi adam”lara ihtiyacımız var!
Yine de bir sorun var: Ulusalcılarımızın çok sevdiği o meşhur “Gençlik Marşı”mız ne olacak? “Güneş ufuktan şimdi doğar/ Yürüyelim arkadaşlar!”
Yürüyecek miyiz, duracak mıyız? Bence “Durmak yok yola devam!”
¥
Allah, başarıya ulaştıracağı kuluna, “Yürü ya kulum” dermiş, Ekrem Gündüz’e “dur ey fani” diyeni, doğrusu çok merak ediyorum.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi