Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Tartışmalarımız

Tartışmalarımız

Meşru hedefe gayrimeşru araçlarla (kalpler kırarak mesela) ulaşmaya çalışmak, hedefin meşruiyetini de bitirir, geriye sadece kavganın yaraları kalır
Yani meşru hedefe ulaşmak amacıyla başlatılan tartışmaların yöntemi, üslubu, tarzı, şekli de meşru olmak zorundadır. Aksi takdirde iş çığırından çıkar, kişiselleşir, hedef şaşar, sevaba gidelim derken envai çeşit günahlara kapı açılır.

Tartışmanın da bir adabı var. Öncelikle şunlara bakmak lâzım:

1. Çıkış noktası doğru mu?..
2. Hedefi doğru mu?..
3. Yöntemi doğru mu?..
4. Üslubu doğru mu?..
5. Şekli doğru mu?

Bunlar doğru ise tartışma meşru zemininde yürüyor demektir. Aksi halde kişiselleşir, fikrin yerini duygu, düşüncenin yerini yüzeysellik, bilginin yerini kanaat alır. “Kavgada yumruk sayılmaz” hesabı, taraflar birbirlerine girerler, hedef şaşar, “hakikat nihan” olur.

Unutmayalım ki, manüplâsyona son derece açık bir toplumsal yapımız var. Çünkü kanaatler bilgiyle değil, inanç, ideoloji yahut duygularla belirleniyor…

O zaman da ortalık toza-dumana karışıyor.

İşte Türkiye yine toz duman! Eğitim sistemi üzerinden başlayan bir tartışma hızla “el mi yaman, bey mi yaman?” kavgasına dönüşmüş, iddialar en abartılı biçimde “müşteri” buluyor...

Böyle bir ortamda insanların ne kadar samimi, ne kadar ideolojik fırsatçılık peşinde bulunduklarını kestiremiyorsunuz. İster istemez durum gerginleşip ağırlaşıyor.

Olay çoktan farklı bir alana kaymış: Hedefe varmak yerine muhatabı vurmak çerçevesine çoktan oturmuş. Özellikle “sosyal medya”da yazılanlar yenir yutulur gibi değil: İnançları için mücadele ettiklerini söyleyen bir sürü genç insan, inanç manzumemizle taban tabana zıt bir üslupla ağızlarına geleni söylüyor.

Öyle ki, insanın aklına, ister istemez Mehmed Âkif’in o meşhur mısraları düşüyor:

“Ne ibret, yok mu, bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren?..
“Bırak tahsili evlâdım, sen ilkin bir hayâ öğren!”

Her tartışma asıl amacın hızla dışına çıkıp muhatapları yüreğinden vurma zeminine kayıyorsa, “tartışma adabı”mızda ve “edeb” anlayışımızda bir ârıza var demektir ki, “edeb” olmayan yerde “dava” olmaz!..

“Girdim ilim meclisine, aradım, kıldım taleb,
“Dediler ilim geride, illa edeb, illa edeb!” (Yunus Emre).

Amacından sapmış tartışmaların mahzurları zaman içinde bir bir ortaya çıkıyor. Yine zaman içinde çoğunlukla taraftarları mahcup oluyor.
İlle de haklı çıkacağım diye milyonlarca yüreği param parça etmek, insanın varlık hikmetine uymaz. Çünkü insan hayatın en kıymetli varlığıdır.
O kadar kıymetlidir ki, kâinat hayat için, hayat insan için yaratılmıştır.

Yaratıcı Kudret’e göre, bir insan öldürmek (maddeten ya da mânen), tüm insanları öldürmek gibidir!

İnsan kalbi kırmak ise, kültürümüzde, “Kâbe’yi yıkmak”la eşdeğer sayılmıştır.

Yapılan tartışmaları izlerken, “tartışma âdabı”ndan ve fikri sentez kabiliyetinden nasipsiz oluşumuza kahırlanıyorum. Saplantılarımız fikre geçit vermiyor. Bu yüzden de her tartışma hızla “kısır çekişme”ye dönüşüyor…

Böyle gergin ortamlarda maksat yorulur, siyaset yorulur, sosyal hayat yorulur… Hepimiz çok yorulduk!

Tartışmalarımızı daha dolu kafayla, biraz daha stabilize bir zeminde, belden aşağı vurmaya heveslenmeden yapmayı öğreneceğimiz gün, büyük bir aşama kaydetmiş olacağız.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi