Abdullah Şanlıdağ

Abdullah Şanlıdağ

Kelamullah’a bakış açımız

Kelamullah’a bakış açımız

Geçen haftaki yazımızın üst başlığında; “Kur’an nasıl bir kitaptır, iman ve ibadet nedir?” Sorusunu yöneltmiş, İslam’ın nasıl anlaşıldığı üzerinde durmuştuk. Bugünkü makalemizde ise Kur’an’a yönelik algılarımız üzerinde durmaya çalışacağız. “Ölüler dini değil! Sen de bilirsin ki bu din, diri doğmuş, duracak dipdiri durdukça zemin” mısralarıyla Akif, acaba hangi yanlış anlayışımıza dikkat çekmektedir?

Yine Akif’ten bir mısra ile devam edelim:

Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun

İslâm´ı da “batsın!” diye tutmuş, yediyorsun!

Allah´tan utan! Bâri bırak dini elinden..

Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!

Lâkin, ne demek bizleri Allah ile iskât?

Allah´tan utanmak da olur ilim ile... Heyhât

Kur’an ayı Ramazan yaklaşıyor. Hatim indirecek olan ve oruçlu ağızlarla Kur’an okuyacak olanlara sormak lazım: Acaba okuduğunuz Kur’an ne diyor, nelerden bahsediyor? Nazil olduğundan beri okunan, anlamı evrensel olan Kur’an’ın modern dünya insanlığına mesajı nedir? Geçmiş zaman kipiyle, “okudum, anlamayıp bitirdim” diyen kişi, gerçekte okumuş oluyor mu? Hem bizlere ve hem de bizden sonraki kuşaklara hitap eden Kur’an, “yaşayan bir mucize iken” neden bu mucizeden faydalanma cihetine gitmiyoruz? Kur’an’ın dönüştürücü, hidayete erdirici mucizesi, en azılı bir ateisti dahi doğru yola yöneltip, hayatını sil baştan düzeltirken, çocukluğundan beri Kur’an okuyan biz Müslümanların yol haritasını neden belirlemiyor?

Duvara çivilediğimiz, mübarek gecelerde ve mezarlıklarda hatırladığımız, anlam ve lafzından habersiz olduğumuz Kelamullahla ne zaman yüzleşeceğiz? Kur’an, akleden selim kalbe hitap eder. Akletmeyen, düşüncesini kiraya veren kalabalıklar onu anlayamazlar. Derlenip ciltlenen ve “Mushaf” adını alan, Allah’ın kelamına hiç kimse saygıda kusur etmez. Abdestsiz el sürmediğimiz gibi, öpüp başımıza koymayı ihmal etmeyiz. Ama hepsi bu kadar. Muamelelerimizde, sosyal ve siyasal hayatımızda onun yeri ne kadardır? Evimizin ve camilerin dışındaki yaşam alanlarımızda Kur’an’ın öğretilerinin kaçta kaçı hakimdir? Kur’an’ın Mekki ve Medeni dönemini bilir misiniz? Ahlak ve inanç esaslarını ön plana alan, belagati anlamın öncesinde vurgulayan Mekke’de inen sureler Mekki olup, genellikle tebliğ ve davet içeriklidir. Anlamı belagatin önüne geçiren, daha çok ibadet ve hukuk kurallarına değinen, Müslümanları İslami bir devlet kurmaya çağıran sureler ve ayetler ise Medenidir.

Kur’an, kuru ekmek yiyen Abdullah oğlu Muhammed’in sözü değil, insanlığı hidayete erdirmek için onun akleden kalbine indirilmiş Allah kelamıdır. Rasülün görevi, Kur’an’ı insanlığa tebliğ etmektir. Efendimiz bu görevi layıkıyla yerine getirmiştir.

Kur’an’ın bizleri vahiy doğrultusunda dönüştürmesini istiyorsak, ona gerçekten iman etmemiz gerekiyor. Bu konuda illa da alim olmamıza gerek yok. Samimi bir kalble, bütün beşeri doktrinleri inkar ederek, Kur’an’a yönelirsek, Kur’an’ın üzerimizdeki dönüştürücü etkisini fark edeceğiz. Bir kalpte iki sevgi taşınmaz. Önce hakikati sevmesini, sevdikten sonra da teslim olmayı öğrenmeliyiz. Mekke Arap kültürü, sözlü bir kültürdü. Yazılı kültürle bu çağa damgasını vuran Hz. Muhammed (s.a.v), vahiy katipleri aracılığıyla bir devrim gerçekleştirdi. Farz kılınan namaz, yazılı kültüre hizmet etti. Nasıl mı? Vahiy, kılınan namazlarla korundu. Hıfzı güçlü sahabeler Kur’an’ı tüm dünyaya yaydılar. “Fatihasız namaz olmaz”ın bir diğer anlamı da “Kur’an’sız namaz olmazdır.

Kur’an, insana hak ve batılı öğretir. Sınırlar çizer, yol haritası belirler. Geçmiş kavimlerin hayatını hikaye olsun diye anlatmaz. Hepsi de birer ibret sahnesiyle doludur. Kur’an, kainatın Rabbi olan Allah tarafından insanlığa gönderilmiş bir mektuptur. Mektup bizlere Allah’ı, Rasülleri, imanı, melekleri, ahreti, adaleti ve hakikati anlatır. Mektup bize, yeryüzünü kana bulayan tağutları inkar etmemizi söyler. Mektup bizlere, cehennemde ateş olmayıp, herkesin ateşini buradan götürdüğünü haber verir.

Not: Bir önceki makalemizde İsevilere ait lahit mezarlardan bahsederken tarihsel bir hata yaptığımızı hatırlatan kardeşimize teşekkür ediyorum. Lahit mezarların 3500 yıl öncesine ait olduğunu belirtmiştim. Hz. İsa’nın doğum yılını esas alırsak, lahit mezarın 2000 yıl öncesine ait olduğunu söyleyebiliriz. Allahu alem.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Şanlıdağ Arşivi