Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Meleke-i İcad

Meleke-i İcad

Bazen; dayak yemeden, başına gelmeden, ağır bir sorumluluk almadan insanların gökten zembille inmiş ve her vebalden vareste ahkâm kesme kabiliyetlerinin nasıl bir tahsil sonucu elde edildiğini merak ediyorum. Özellikle de yeni köşe yazarı ve gazeteci taifesinin…

O kadar çok var ki şimdi böyle kalem erbabı, insan kimi ele alacağını şaşırıyor. Her şey güllük gülistanlık, çözüm paketi, demokratikleşme, kalkınma, neler neler… Komşular, sıfır sorun.. Ne güzel gidiyorduk kim bu işleri Arap saçına döndürdü yine? 

Öyle ki zaman zaman ABD ile müttefik olmanın faziletinden dem vururken aniden ABD karşıtlığı ve ABD’ye rağmen üstün meziyetlerimiz stratejik üstünlüğümüz süreci daha iyi yönettiğimiz gibi diskurlar gırla gidiyor. 

ABD’nin işkence günahını serdetmesi üzerine bazı iyimser kalemler hemen küresel analizler yapmaya başladılar ve yine ne yazık ki kendi fildişi kulelerinden devlet politikaları bile inşa ettiler. Çocukların beşikte yatarken kenarını emdiği yastığın altına gizlenerek dünyaya meydan okumaları gibi…

Bazı uluslarüstü yapılanmaların, bazı devletlerin dış politikalarının bir derin hesaba dayanmadan, herhangi bir gelecek kurgusu hazırlamadan ve binlerce senaryonun tartışılmasından sonra bir plan dahilinde masaya yatırılmasını kavrayamayan yazarlar üç kuruşluk gazete istihbaratlarıyla bu kadar malumatfuruşluk nasıl yapabiliyor şaşıyorum.

ABD’nin işkence raporunu deşifre etmesinden sonra iyimserliğe daha dikkatli yaklaşanlar arasında daha makul düşünen dış politika yazarları da var. Mesela İbrahim Karagül bunlardan birisi. 

İlk köşe yazarlığına soyunduğunda daha çok araştırır ve o zamanlar daha salim kafaya sahip olduğu için daha yerinde analizler yapabilirdi. Nitekim ödül verdik yazılarına.

Fakat o da iyimser ahmaklara karşı geliştirdiği yaklaşımda karşı argüman olarak sadece Kürt Sorunu Çözüm Sürecini işaret ediyor. Ve maalesef kafasının arka tarafında Ortadoğu Baasçı rejimlerinin aynısının Türkiye’de bulunduğuna dair kanaat kökleşmiş bir ur olarak duruyor.

Ben bütün darbelere karşı direnmiş bir kişi ve hepsinde de gadre uğramış işkence görmüş, içerde yatmış işinden olmuş, gazeteleri elinden alınmış biri olarak Ortadoğu ile Türkiye’nin bu kadar yüzeysel olarak benzeştirilmesini doğru bulmuyorum. Ontolojik olarak da, tarihsel olarak da, kavramsal olarak da devlet tecrübesi olarak da dağlar kadar fark vardır. Bu her şeyden önce Osmanlıya bühtandır. Bu Cumhuriyet’e hakarettir. Baasçı rejim yakıştırması yapacaksın sonra da MİT övgüsüyle açıklamalar. Yahu memlekette bütün partileri kuran ve iktidar yapan zaten Yenimahalle… 

“Türkiye’de MİT’le hesaplaşır dışarıda bilmem hangi ülkenin istihbarat kuruluşlarından üçüncü sınıf görevler alırlar... Onları rahatlatacak tek şey Türkiye’nin Suriyeleşmesi, Mısır olması, eski Baasçı günlerine dönmesi…”

Türkiye’nin Kemalizm macerası bile –o kadar kavga etmemize rağmen- Baasçılıkla değil olsa olsa son Osmanlıcılıkla yakıştırılabilecek kırık dökük batılılaşma projesidir; Baasçılıkla ilgisi yoktur. Avrupa’da daha faşizm hortlamamış, canavar doğum sancıları çekiyor, Avrupa nasyonalizmi yeni kan dökme peşinde ve biz imparatorluktan küçülmenin sancılarını üç emperyal vizyondan ikiye düşürmüşüz. Biri Anadoluculuk, diğeri Kemalizm. İkisinin de gerekçesi aynı. İkisini de doğuran fikir son coğrafya parçasında büyük idealleri biraz geciktirip nefes almaya çalışmak… Biri hemen herkesi saran (Akif’i bile) pozitivizmi rehber alalım diyor, diğeri dinden vazgeçemeyiz diyor… Türkiye’de ne yazık ki layık-ı veçhile sosyal psikolojik tezler yaptırılmıyor. Kemalizmin de Anadoluculuğun da derunundaki paylaşımlar zannedilenden daha çoktur.  Kayseri’deki babayı hatırla! Üç evladını hilafet için vermiş. Yemen’de, Bingazi’de, Trablusgarp’ta… İslam için kırılmış Anadolu gençleri…“Düşman Kayseri’ye gelirse savaşırım, benim ırzıma güvenerek savaş açmasın padişah”  

 O dönemin psikolojisine bir meleke-i icad(empati) yapmamız gerekmez mi? 

Eğri oturup doğru konuşalım İbrahimciğim. Başlangıçta David Phillips, Henry Barkey ve Cengiz Çandar üçlüsünün, üstelik de TRT’de program bile yaptıklarını unuttun mu? Bunların “Kürdistan’da Çatışmayı Önlemek” başlıklı raporuna kim sahip çıktı? Bu üçlüye toz kondurmayanlar kimlerdi? Liberalleri bağırlarına basarak hiçbir yere angaje olmamış, sırf ülkesinin çıkarı için strateji üretenlerin uyarıları niçin oyunbozanlık addedildi? Burun kıvrıldı, dudak büküldü? 

22 maddelik çözüm yıllar yılı kopya çekilerek yenilendikçe kim “yahu temcid pilavı gibi aynı şey yazıyorsunuz” diyen çıktı mı? “Benim oğlum bina okur döner döner yine okur” 

MÜSİAD, TÜSİAD, Mazlum Der, SETA, TESEV strateji merkezleri, filanlar falanlar sıraya geçip çözüm sürecine katkıda bulunmak adına bu üçlünün raporunu teyit eden kopya raporlar yayınlayınca kim çıktı da “dersinize doğru çalışın” dedi?

Çözüm süreci, ‘CIA ve MİT arasında PKK Transferi’ne döndüğünde Suriye’de muhalefetin saflarında savaşacağı fehimini kim yukarıdakilerin kulağına fısıldadı. Esat’ın gitmeyeceğini anlayan örgüt, hazır gelmişken Suriye’de bir Kürt bölgesi oluşturup tam da devlet aklının elbette istemeyeceği Lazkiye’ye kadar uzanan Büyük Kürdistan hayalini birdenbire üstelik de bu son ittifakla gündeme geldiğini görünce ne yapacaktı?

ABD de-facto dayattığını bizzat Türkiye’nin yardımıyla gerçekleştiğini bilmiyor mu? 

Niçin kısa vadeli ve salt askeri ya da istihbarata mahkûm bir kısır politika bizim Ortadoğu politikamız olsun ki?

Burası Sezai Karakoç’un dediği gibi gerçek Ortadoğu Kalemi’ne ihtiyaç duymuyor mu?

Bin yıllık terkibimizin, iki büyük medeniyet kurmuş mayamızın bu kadar Ortadoğu tecrübesi almasına rağmen ABD’ye mahkûm hale getirilmesi nasıl açıklanabilir? Bütün mesele istihbaratçıların derinlemesine bir tarih bilgisine bile başvurmayıp kısa süreçli taktik yanılsamalarına ram olmak mıdır?   

Nasıl oluyor da bütün Kürt grupları doğrudan CIA ile derin temasta ve Türkiye’den daha fazla stratejik işbirliği içindeyken doğrudan silahlı bir örgütün insafına bırakılmış bir süreç bu kadar alternatifsiz ve tek çözüm olarak takdim edilebilir. 

Bir kere her şeyden önce böyle bir yaklaşımı serdetmek baştan elinizdeki kozun değersizleştirilmesi anlamına gelir. Demek ki Türkiye’nin terör örgütünün izanına bıraktığı bir meseleden başka umudu yok. Böyle bir yaklaşım olabilir mi?

Bunu sen okuyorsun da ABD, PKK ve diğer istihbarat örgütleri okuyamıyor. 

Sana katılıyorum. İşkence raporlarının açıklanması ABD’nin ve ona paralel güçlerin bize ve Ortadoğu’ya dair planlarında en ufak bir geri çekilmeye meydan vermeyecektir. 

Ama alternatifimiz onlara dair argümanlar değildir, olmamalıdır. Bu çaresizliktir. Elinde hiçbir kozun olmadığını itiraftır. 

Bütünüyle çaresizlik…

Türkiye’nin kozları yok mu?

Hem de ne kadar çok.

Görmek istersen tabii…

Onlara da geleceğiz.

Rubai
Mes’ul
Bağ mı göçtü, o mes’ul bağban hani
Çöllerde kalakaldık çoban hani
Kesti yolumuzu gök insanları
Asırlardır beklenen kurban hani 

Günün Tweet'iDerdin derdim, derdim derdin
Sana versem virdin derdin
Lisân-ı münâsip ile
Virdi merdibâna verdin

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi