Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Arvasi’yi anlamak

Arvasi’yi anlamak

ARVASİ’yi bugün aştığını düşünen talebeleri var.Şöyle yazıyorlar: bazen bir lise talebesi için bile zayıf tahlilleri var.Bilmiyorlar ki ‘mahsus’ hoca, lise talebesi gibi düşündürmeye zorluyor muhatabını…

Arvasi’yi yazmak onun sadece siyasi mücadelesini, öğretmenliğini, gazete yazarlığını ele almak değildir elbette. Çetin bir iştir. Hele hele onun kavramlar dünyasını ve terkip kaabiliyetini, dahası batılı terim ve kavramlarla kendi dünyamızdan yeni karşılıklar bulma gayretini yazmak her babayiğidin harcı değildir.

Arvasi’nin biyografisi hepimizin de şahit olduğu bir kahramanın hayatını okumak mı; yoksa bu cezbeli, güzel yüz ve hitabeti olan hocamızın aramızdayken bile bir fikir çilehanesinde beynini, yüreğini, dilini sürekli bir yaratışa, bir terkibe hazırlamakta oluşunu idrak ediş midir?

S. Ahmet Arvasi ölümü üzerinden yıllar geçtikçe daha bir aranır, daha bir önemi kavranır olmaya başladı. Belki eserlerinin okuyucuya yeniden farklı baskılarla ulaştırılması zarureti var; belki de kimi araştırıcıların ya da doktora tezlerinin onun kavramsal çerçevesi üzerinde yeni yan eserler ortaya koymasına ihtiyaç var. 

Onun da tıpkı Âkif gibi eseri ve hayatı birbiriyle çelişmeyen yanı vardı.

Hani bazılarının eseri kendisinden önde gelir ya, onlardan değildi. Kendisi, hayatı eseri kadar saygıya layık olanların, kahraman kalem erbabının arasında yer aldı o da... 

Arvasi, vefatından evvel Hasbihal köşesinde günlük gazete yazıları yazıyordu. Evinden gönderdiği yazılardı bunlar. Ömrünün son demlerinde belki de bir hâtırat düşlüyordu. Mutlaka bir şeyler karalamıştır. Eğer bir hâtırat yazmış olsaydı; şüphesiz, çok ses getiren bir hâtırat olacaktı. 

Arvasi, hem bir aydın hem de bir dâva adamı olabilmeyi becermiş sayılı insanlarımızdandır. Genellikle aydınlarımız dâva adamı olmayı pek beceremiyorlar. Dâva adamı olma iddiasındakiler ise, gerçekte dâvalarına ihanet için kurgulanmış robotlar olabiliyorlar ancak. Dâva adamı biraz sorgulayıp, dâvası için kurgulanmışlığı aşmaya başlayınca ya etikete sarılmış ve fakat orada hazırlop yiyicilikten başka maharetleri bulunmayanlar tarafından önce rahatsız ediliyor, sonra görmezden geliniyor, daha sonra da dışlanıyorlar. 

Arvasi, İstanbul’da yaşıyordu. Biz Ankara’da bize örülen çemberi parçaladık ve eğitim masası olarak Arvasi Hoca’dan ders almak istediğimizi ısrarla beyan ettik. Görmezden gelinen hoca ısrarlı taleplerimiz üzerine bize dersler verdi. Tam bir dâva adamı olarak Arvasi hiç çekinmeden parti genel idare kuruluna da girdi. 

Kimi arkadaşlarım, bütün fikrî birikimini ocaktan aldığı halde, hatta üniversiteye böylesi bir cemaatçiliğin eseri olarak intisap edebildiği halde; her şeyden, her yaşanan beraberlikten ne kadar da çabuk sıyrılabiliyor; nasıl da entel bir sarhoşluğun sözde kendine güven aşılayan tayyı mekân ve tayyı zaman anaforunda geziniyorlar. Onların bazıları, en derinlikli eğitimi Arvasi’den edindikleri halde şimdi onu tanımıyorlar. Zira Hoca, pek bilimsel yazıları için bağımsızlaşmış bir entelektüel görüntüsü vermiyor. Dâva adamlarının âkıbetleri budur! Ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranabilirler. Arvâsi de öyle oldu. Ne parti, dâva, teşkilât ve daha bilmem sözde dâva adına ne varsa onlar, Arvasi’yi hak ettiği yere oturttu; ne de fikrî mahfiller onu yeterince değerlendirebildiler!

Arvasi’nin sorgulayıcı, analiz ve sentez yapıcı tavrı; kendine has diyalektiği, kendine has üçlemesi (madde-hayat-ruh; akıl-zekâ-vahiy; otomatizm-içgüdü-şuur; objektif bilgi-subjektif bilgi-mutlak bilgi; mekân-zaman-yaratan; determinizm-sanatkârlık-yaratma; zorlanmalar-seçmeler-gayeler; ayniyet-benzerlik-hürriyet; yokluk-oluş-varlık; toplulaşma-farklılaşma-fertleşme) kompartımanlara ayrılmış ideolojik kurgulanmışlığımıza aykırıydı. Bölünük Türkiye senaryolarına râm edilen bütün fikir kulüplerimiz düştükleri konformizm batağından yerli/kendine has/sentezci-terkipçi Arvasi çözümlemesiyle kurtulabilirlerdi; denemediler.

Çözümleme: Kültür de Millî, Medeniyet de...

“Biz kültürün de, medeniyetin de millî olduğuna inanıyoruz. Yani hem kültürde, hem de medeniyette milliyetçiyiz. Türk medeniyeti Tarihi’ni yazan Ziya Gökalp’in medeniyette beynelmilelci oluşunu yadırgıyoruz” diyen Arvasi, Türk milliyetçiliği çizgisinde yapılması gereken o büyük sorgulamayı yapıyordu. Türk milliyetçileri yüz yıl öncesindeki stratejik veya taktik bir çözümlemeyi bugün ıslah edip kültür/medeniyet çatışmasını-ayrışmasını telafi edici bir çizgiye getirmeliydiler. 

Ama hâla Gökalp’in türküsünü sorgulamadan hatta Gökalp’ın metoduyla yenilemeden söyleyen milliyetçilere tesadüf edilmektedir. Milliyetçilerin Batı karşısında sefaletleri de işte bu yüz öncesindeki sapkınlığı bugün kendi çizgisine çekemeyişleri yüzündendir. Arvasi milliyetçi harekette böylesi bir yeniden yapılanmaya yol açan fikrî bir çözümleme yapmış ve kültür ile medeniyet ayrıştırmasının, böylece de medeniyette batıyı, kültürde de hiç gelişmemeyi öngören tıkanıklıktan Türk milliyetçilerini kurtarmak istemiştir. Ama bir türlü kurtulmak istemeyen kimileri, Türk milliyetçiliğini çok daha kötü bir payanda kılışa mahkûm etmişlerdir. Elbette ki tarih onları yargılayacaktır. Gökalp, bir sosyolog olarak ilmi pratiğe mahkûm etmiş; “kültürde milli, medeniyette beynelmilel” olmakla, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni Batı’nın “Şark Meselesi”nden korumak istemiştir. Bu konjonktürel, kuruluş dönemine ait strateji, ilânihaye Cumhuriyet çocuklarının tâkip edecekleri bir kemikleşmiş ideoloji değildir. Medeniyetin değiştirilemeyeceği veya bunun öyle kolay olmayacağı anlaşılmış olduğundan; kültür ve medeniyet kavramlarına yüklediklerimizin de bugün tam zıddı olduğunu idrak ettikten sonra; yani kültürde değişme(gelişerek değişme), başka kültürlerle alış-veriş, başka kültürlere açılma bir zarûret olduğu; medeniyetin ve ona can veren ‘üst sistemin/değerler skalası’nın değişmesinin pek mümkün olamayacağı kesinleştiği halde hâlâ hem batı medeniyetine dahil, hem de nasıl kültürü muhafaza edebileceğini kim ileri sürebilir? Mümtaz Turhan Kültür Değişmeleri ve Garplılaşmanın Neresindeyiz adlı kitapları da boşuna yazmamış oldu. Zira medeniyet dairesi başka olunca kültürde de değişme kaçınılmazdır. Ama ne kadar değiştirseniz de Batılı olabilmeniz mümkün değildir. Mümtaz Turhan çizgisi bugün Yılmaz Özakpınar’la kültür ve medeniyet tariflerini yeniden sorguluyor ve böylece Türk milliyetçilerinin yüz yıllık sapmasının önüne geçebilme umudu çıkıyor. Ama Arvasi’yi anlamayanların Yılmaz Özakpınar’ı anlaması mümkün mü?

Medeniyet Değişir mi?

Arvasi Türk İslam Ülküsü adını verdiği üç ciltlik makale toplamlarından ibaret eserinde medeniyetin değiştirilemeyeceğini ileri sürmektedir. “Biz İslâm medeniyeti terimini, İslâm dinini kabul eden çeşitli ve çok sayıda milletin millî medeniyetlerine yön, ruh ve şuur kazandıran ortak üst-sistem olarak medeniyetlerin terkibini değiştirirken, o millî medeniyete kendi damgasını da vurur. Böylece gelişen medeniyetlerden biri de Türk-İslâm medeniyetidir. Tarih bize gösteriyor ki milletlerin kültür malzemesine biçim ve ruh veren bir üst-sistem daima var olagelmiştir. Bu, ya bir din veya onun yerine geçmeye çalışan bir doktrindir. Yeryüzünde laik bir medeniyete rastlayamazsınız. Her medeniyet, bir dine dayanarak ayakta durur.”(Türk İslam Ülküsü, cilt 1, s.315)

Biz Türk medeniyeti derken de Türk-İslam medeniyeti derken de, İslâm medeniyeti derken de aslında aynı şeyi söylüyoruz. Medeniyetlerin üst-sistemlerinin din olduğu Sorokin’in de tezidir. Gerek medeniyet, gerekse onun üst-sistemi din öyle kolay kolay değişecek bir şey değildir. Hadi değiştirme iradesi ortaya koyduk veya düşmanı kandırmak için ondan gözüktük; bu medeniyet ya da din değiştirdik mânâsına gelir mi?

Cemil Meriç, “bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak; Batı’nın gözünde biz yine Osmanlıyız. Osmanlı yani İslâm” derken ne kadar haklıdır. Biz bugün kendimize “Fransız”, ya da Hıristiyan hatta “protestan” desek ne olur; demesek ne olur?!.. Ziya Gökalp’in üçlemesi; yani “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim” demesi üzerine böylesi bir ittihatçılığa bile razı olmayanlar “İslam ümmetindenim” sözünü âdeta aradan çıkardılar, ona bile tahammül edemediler. Ne oldu? Türk milleti din mi değiştirdi? Ne oldu? Türk milleti Avrupalı mı oldu? Batıcılık gırla giderken adam akıllı bir batılı Türk’e rastladınız mı? Medeniyet değiştirme iradesi ortaya koyduk da ne oldu? 

Önce medeniyet değiştirecek toplumda aydınlar kararlılıkla bu iradeyi ortaya koyacak, 2. Toplumun da aydınlarına paralel veya ondan hemen sonra bu iradeyi ortaya koyması gerekir; 3. İlk ikisi yetmez, içine girilmek istenen medeniyet dairesi de adayı kabul edecektir. Tarih felsefecileri böylesi bir zor işe soyunan Türklerin tarihte ilk defa medeniyet değiştirmek isteyen ulus olduğunu yazıyorlar. Türkler ilk ikisini gerçekleştirmişlerdir ve fakat üçüncü aşama asla olmayacaktır. 

Sağlam ideolojik çerçeve 

Arvasi, Türk İslam Ülküsü isimli eseriyle, Kendini Arayan İnsan’la, İnsan ve İnsan Ötesi’yle, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz adlı eseriyle bize sağlam bir ideolojik çerçeve kazandırdı. Gençler bugün onu Arvasi Hazretleri diyerek anıyorlar. Belki kimileri onu 14. Yüzyılda yaşamış bir İslam büyüğü sanıyor, kim bilir? Ama ne gam! Demek ki şu on beş yılda bile insan “tarih insan” olabiliyor. 

Arvasi, hem bir dâvâ adamı ve aynı zamanda hem de bir entelektüel olunabileceğinin isbatını yapmış, gerçek bir aydındır. Rehberliği yolumuzu aydınlatıyor. Ruhu şâd olsun! 

Rubai

Adaletten ayrılırsan çar olsan naçar olursun

Sevilerin yaban düşer yar olsan ağyar olursun

Cihanın temel harcıdır feleği döndüren burçtur

Zerre-i miskal şaşma inan ki, payidar olursun

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi