Cübbeli Ahmet Hoca

Cübbeli Ahmet Hoca

Namazda kalbin niyetiyle yetinmeli

Namazda kalbin niyetiyle yetinmeli

Kalple niyet, herkese göre farzdır. Bu durumda insanlar, kalplerinin hangi namaza niyet ettiğinden gafil bir halde, dil alışkanlığı ile niyet ederlerse, bu namazın caiz olmayacağı da herkes tarafından kabul görmektedir. O halde kişi, her işte olduğu gibi bu konuda da sünnete uymalı ve kalbin niyetiyle yetinmelidir, dili bu işe karıştırarak ve kendini buna alıştırarak namazını tehlikeye sokmamalıdır.

Ön­ce­ki ya­zı­la­rı­mız­da na­ma­zın dı­şın­da­ki 6 farz­dan 5’i­ni açık­la­mış­tık. 

Bu ya­zı­mız­da da na­ma­zın dı­şın­da­ki son farz olan ni­yet ko­nu­su­nu te­fer­ru­atıy­la an­la­ta­ca­ğız.

6. FARZ Nİ­YET 

Na­ma­zın şart­la­rın­dan bi­ri de ni­yet­tir.

Ni­yet: Bir şe­ye az­met­mek ve bir­şe­yi ke­sin ola­rak is­te­mek­tir.

Na­maz ni­ye­ti, Al­lâh-u Te­’â­lâ için na­maz kıl­ma­yı is­te­mek­tir.

Bü­tün âlim­le­rin it­ti­fa­kıy­la na­maz­da ni­yet farz­dır. Çün­kü iba­de­ti âdet­ten ayı­ran şey an­cak ni­yet­tir. Na­maz da bir iba­det­tir. İba­det ise, ya­pı­lan işin bü­tü­nüy­le Al­lâh-u Te­’â­lâ­’ya tah­sis edil­me­si­dir. 

Ni­te­kim Al­lâh-u Te­’â­lâ şöy­le bu­yu­ru­yor:  “Oy­sa on­lar di­ni yal­nız ken­di­si­ne tah­sis eden­ler ola­rak Al­lâ­h’­a iba­det et­me­le­riy­le em­ro­lun­du­lar.” (Bey­yi­ne Sû­re­si:5)

İh­lâs ya­ni; iba­de­ti yal­nız Al­lâh-u Te­’â­lâ için yap­mak ise ni­yet­siz mey­da­na gel­mez.

Enes ib­ni Mâ­lik (Ra­dı­yal­lâ­hu Anh)’dan ri­va­yet edi­len bir ha­dîs-i şe­rîf­te Ra­sû­lül­lah (Sal­lal­lâ­hu Aley­hi ve Sel­lem) şöy­le bu­yur­muş­tur: “Ni­ye­ti ol­ma­ya­nın ame­li yok­tur.” (Bey­ha­kî, es-Sü­ne­nü­’l-küb­râ, no:179, 1/67)

ESAS OLAN KALPTİR

Ömer ib­ni Hat­tâb (Ra­dı­yal­lâ­hu Anh)’dan ri­va­yet edi­len bir ha­dîs-i şe­rîf­te Ra­sû­lül­lah (Sal­lal­lâ­hu Aley­hi ve Sel­lem) şöy­le bu­yur­muş­tur: “A­mel­ler ni­yet­le­re gö­re­dir. Her­kes için an­cak ni­yet et­ti­ği şey var­dır.” (Bu­hâ­rî, Be­d’­ü’l-vahy:1, no:1, 1/3; Müs­lim, İmâ­re:45, no:1907, 3/1515)

Ni­ye­tin ma­hal­li kalp­tir. Esas olan da ni­ye­tin kalp ile ya­pıl­ma­sı­dır. Bu­nun­la be­ra­ber ay­rı­ca dil ile söy­len­me­si da­ha iyi olur. Me­se­lâ: Öğ­le na­ma­zı­nın far­zı­nı kıl­ma­ya kal­biy­le ni­yet edip, di­liy­le de öğ­le na­ma­zı­nın far­zı­nı kıl­ma­ya ni­yet et­ti­m” de­me­si müs­te­hab­tır. Sa­de­ce kalb ile ni­yet edip dil ile bir şey söy­le­mez­se, o na­ma­zı yi­ne ca­iz olur. (İmâm-ı Kâ­sâ­nî, Be­dâ­yi­’u­’s-sa­nâ­yi­’, cilt:1 shf:127) 

Fı­kıh­la­rı­mız­da böy­le­ce zik­re­dil­mek­tey­se de İmâm-ı Rab­bâ­nî (Kud­di­se Sir­ru­hû) “el-Mek­tû­bâ­t” isim­li ese­rin­de bu­na şid­det­le iti­raz et­mek­te­dir. Ni­te­kim 1. cil­din 186. mek­tu­bun­da­ki ifa­de­le­ri meâ­len şöy­le­dir.  Âlim­ler­den ba­zı­sı, na­ma­zın ni­ye­tin­de kal­bin ira­de­siy­le be­ra­ber, di­lin de ka­tıl­ma­sı­nı gü­zel gör­dü­ler, hâl­bu­ki ne Efen­di­miz (Sal­lal­lâ­hu Aley­hi ve Sel­lem)’den ne as­hâb-ı ki­râm­dan ve ne de tâ­bi­îni izâm­dan sa­hih ve­ya za­yıf hiç bir ri­va­yet­te di­lin söy­le­me­si sa­bit ol­ma­mış­tır. Bi­la­kis on­lar, na­ma­za kalk­tık­la­rı gi­bi va­kit ge­çir­me­den if­ti­tâh tek­bî­ri alır­lar­dı. 

Ra­sû­lül­lâh’A UYUN

O hâl­de, di­lin söy­le­me­si bi­dat ol­muş olur. Âlim­ler, bu­nun bi­da­ti ha­se­ne (gü­zel bir bi­dat) ol­du­ğu­nu söy­le­miş­ler­se de bu fa­kir, bu bi­da­tin sün­net­ten öte far­zı da kal­dır­dı­ğı­nı söy­le­mek­te­dir. 

Çün­kü bu tak­dir­de in­san­la­rın ço­ğu ni­yet­le­ri­ni kalp­le­rin­de ha­zır­la­ma­dan ve kalp­le­ri­nin, ni­yet­ten ga­fil ol­du­ğu­na hiç al­dır­ma­dan sa­de­ce di­lin söy­le­me­siy­le ye­tin­mek­te­dir­ler. O za­man da na­ma­zın farz­la­rın­dan bi­ri olan kal­bin ni­yet et­me­si ta­ma­men ter­ke­dil­miş olur ki, bu, na­ma­zın bo­zul­ma­sı­na se­bep ol­muş olur.

Bü­tün bi­d’­at­lar böy­le­ce an­la­şıl­ma­lı­dır. Çün­kü on­la­rın hep­si ve­lev bir yön­den de ol­sa, sün­ne­te zi­ya­de (ek­le­me) dir. 

Zi­ya­de ise, nesh (gi­der­me) de­mek olup, nesh de sün­ne­ti kal­dır­ma­nın ta ken­di­si­dir. 

O hâl­de siz, Ra­sû­lül­lâh (Sal­lal­la­hu Aley­hi ve Sel­lem)’in ve as­hâb-ı ki­râ­mı­nın sün­ne­ti­ne uy­mak­la ye­ti­nin, zi­ra on­lar yıl­dız­lar gi­bi­dir, han­gi­si­ne uy­sa­nız doğ­ru yo­lu bu­lur­su­nuz. (İmâm-ı Rab­bâ­nî, el-Mek­tû­bât, 1/159-160, Mek­tub no: 186)

TEHLİKEYE ATMAYIN

Ger­çek­ten İmâm-ı Rab­bâ­nî (Kud­di­se Sır­ru­hu)’nun gö­rü­şü çok ye­rin­de­dir. 

Ba­zı­la­rı bu­nu fık­ha mu­ha­lif gi­bi zan­net­se de, İmâm-ı Ze­bî­dî (Ra­hi­me­hul­lâh)’ın “el-İh­yâ­” üze­ri­ne yap­tı­ğı “el-İt­hâ­f” isim­li şer­hi­nin na­maz bah­si­ni göz­den ge­çi­rir­ken ora­da İb­ni Hü­mâm (Ra­hi­me­hul­lâh) ta­ra­fın­dan ay­nı gö­rü­şün nak­le­dil­di­ği­ni gö­rün­ce İmâm-ı Rab­bâ­nî Haz­ret­le­ri­nin gö­rü­şü­nün ne ka­dar isa­bet­li ol­du­ğu­nu da­ha iyi an­la­dım. 

(Ze­bî­dî, İt­hâ­fu­’s-sâ­de, 3/58) Za­ten kalp­le ni­yet, her­ke­se gö­re farz­dır, bu du­rum­da in­san­lar, kalp­le­ri­nin han­gi na­ma­za ni­yet et­ti­ğin­den ga­fil bir hal­de, dil alış­kan­lı­ğı ile ni­yet eder­ler­se, bu na­ma­zın ca­iz ol­ma­ya­ca­ğı da her­kes ta­ra­fın­dan ka­bul gör­mek­te­dir. 

O hal­de ki­şi, her iş­te ol­du­ğu gi­bi bu ko­nu­da da sün­ne­te uy­ma­lı ve kal­bin ni­ye­tiy­le ye­tin­me­li­dir, di­li bu işe ka­rış­tı­ra­rak ve ken­di­ni bu­na alış­tı­ra­rak na­ma­zı­nı teh­li­ke­ye sok­ma­ma­lı­dır.

Nİ­YET­TE TA­YİN

Öğ­le ikin­di gi­bi farz na­maz­lar­da, ti­lâ­vet sec­de­si, adak na­maz ve bay­ram na­maz­la­rı gi­bi vâ­cib na­maz­lar­da ta­yin şart­tır. Bu na­maz­lar kı­lı­na­cak­ken mut­la­ka be­lir­le­mek lâ­zım­dır. Ör­ne­ğin: “Bu gün­kü öğ­le na­ma­zı­na­” di­ye ni­yet edi­lir.

Beş va­kit na­ma­za ni­yet­te “Farz na­maz kıl­ma­ya­” şek­lin­de mut­lak far­za ni­yet et­mek ye­ter­li ol­maz. An­cak va­kit içe­ri­sin­de han­gi va­kit ol­du­ğu­nu bi­le­rek, han­gi na­maz ol­du­ğu­nu be­lir­le­mek­si­zin “Bu vak­tin far­zı­nı kıl­ma­ya­” di­ye ni­yet ede­rek ya­pıl­ma­sı ye­ter­li­dir. 

Fa­kat cu­ma na­ma­zı “Bu vak­tin far­zı­nı kıl­ma­ya­” di­ye ni­yet edi­le­rek eda edil­mez. Çün­kü bu va­kit, cu­ma na­ma­zı­nın de­ğil, öğ­le na­ma­zı­nın vak­ti­dir. Cu­ma na­ma­zı öğ­le na­ma­zı­nın ye­ri­ne geç­mek­te­dir.

N­Fİ­LE NA­MAZ­LAR­DA Nİ­YET

Te­râ­vîh na­ma­zı, sa­bah na­ma­zı­nın sün­ne­ti ve­ya öğ­le na­ma­zı­nın ilk ve son sün­ne­ti gi­bi nâ­fi­le na­maz­lar­da “Mut­lak ni­ye­t” ye­ter­li­dir. 

Ör­ne­ğin, öğ­le na­ma­zı­nın ilk sün­ne­ti­ni kı­la­cak­ken “Na­maz kıl­ma­ya­” di­ye ni­yet et­me­si ye­ter­li­dir. Bu­nun­la bir­lik­te “Şu vak­tin ilk sün­ne­ti­ni kıl­ma­ya­” di­ye ni­yet et­mek da­ha iyi olur. Bu nâ­fi­le na­ma­zın mü­ek­ked ve­ya gayr-i mü­ek­ked ol­du­ğu­nu be­lir­le­me­ye ge­rek yok­tur. An­cak te­râ­vîh na­ma­zı için “Te­râ­vîh na­ma­zı­nı kıl­ma­ya­” ve­ya: “Vak­tin sün­ne­ti­ni kıl­ma­ya­” di­ye ni­yet et­me­si ih­ti­yat­lı olan­dır.

Ce­ma­ate ye­ti­şen bir ki­şi ima­mın farz mı, yok­sa te­râ­vîh mi kıl­dı­ğı­nı bil­me­se, far­za ni­yet ede­rek ima­ma uyar. Eğer imam far­zı kıl­dır­mak­ta ise, uyan kim­se­nin far­zı ge­çer­li olur. Eğer imam te­râ­vîh kıl­dır­mak­ta ise, uyan ki­şi­nin kıl­dı­ğı na­maz nâ­fi­le olur.  Fa­kat, yat­sı na­ma­zıy­la te­râ­vîh na­ma­zı ara­sın­da ter­tip şart ol­du­ğu ve kıl­dı­ğı nâ­fi­le yat­sı­nın far­zın­dan ön­ce ol­du­ğu için, bu nâ­fi­le te­râ­vîh na­ma­zı ye­ri­ne geç­mez. 

Nİ­YE­TİN VAK­Tİ

Ni­ye­tin tek­bîr vak­tin­de ol­ma­sı; ya­ni if­ti­tâh tek­bî­riy­le bir­lik­te ya­pıl­ma­sı en fa­zi­let­li­si­dir.  Biz Ha­ne­fî­le­re gö­re ni­ye­tin if­ti­tâh tek­bî­rin­den ön­ce ol­ma­sı sa­hih­dir. 

Fa­kat ni­yet­le if­ti­tâh tek­bî­ri ara­sı­na na­ma­za ay­kı­rı bir fii­lin gir­me­me­si ge­re­kir. Ebû Yû­suf (Ra­hi­me­hul­lâh)’dan ri­va­yet edil­miş­tir ki: 

Bir kim­se evin­den ce­ma­at­le farz na­maz kıl­mak için çık­sa, ima­mın bu­lun­du­ğu ye­re ge­lin­ce tek­bîr al­sa ve o an­da özel bir ni­yet yap­mış ol­ma­sa, bu ca­iz­dir. 

Ker­hî (Ra­hi­me­hul­lâh) de­miş­tir ki: Bu hu­sus­ta Ebû Yû­suf (Ra­hi­me­hul­lâh)’a mu­ha­le­fet eden hiç­bir kim­se bil­mi­yo­rum.

TEKBİRDEN SONRA OLMAZ

Tek­bîr­den son­ra ya­pı­lan bir ni­yet­le na­maz ge­çer­li ol­maz. Ka­bul edi­len gö­rüş bu­dur.  Di­ğer bir gö­rü­şe gö­re “Süb­hâ­ne­ke­”den ve “E­ûzü”­den ön­ce ya­pı­lan bir ni­yet­le de na­maz ge­çer­li olur.

Va­kit içe­ri­sin­de o vak­tin far­zı­na ve baş­ka bir far­za ni­yet et­se, ni­ye­ti, vak­ti gir­miş olan na­maz için ge­çer­li olur. Vak­ti gir­me­miş olan na­maz bu­na ma­ni ol­maz.

Bir kim­se farz na­ma­za if­ti­tâh tek­bî­ri ge­tir­se, son­ra o na­ma­zın nâ­fi­le ol­du­ğu­nu zan­net­se ve bu zan üze­re na­ma­zı­nı bi­tir­se, bu na­maz, baş­la­dı­ğı farz na­maz olur. 

Çün­kü ni­ye­tin na­ma­zın so­nu­na ka­dar ha­tır­lan­ma­sı şart de­ğil­dir. (Ke­mal İbn-i Hü­mâm, Fet­hu­’l-Ka­dîr, cilt:1 shf:66)

İMAMA UYMAK ŞARTTIR

Bir kim­se öğ­le na­ma­zı­na ni­yet ede­rek tek­bîr ge­tir­se, son­ra nâ­fi­le­ye ve­ya ikin­di­ye ya­hut ka­za na­ma­zı­na ve­ya ce­na­ze na­ma­zı­na ni­yet ede­rek tek­bîr ge­tir­se, bi­rin­ci na­maz­dan çı­kar, ikin­ci na­ma­za baş­lar.

Tek­bîr ge­tir­mek­si­zin ni­yet et­mek ki­şi­yi baş­la­dı­ğı na­maz­dan çı­kar­maz. 

Ör­ne­ğin: Bir kim­se öğ­le na­ma­zı­na tek­bîr ge­ti­re­rek baş­la­sa, son­ra sa­de­ce kal­biy­le ikin­di na­ma­zı­na ni­yet et­se ve na­ma­zı bi­tir­se, öğ­le na­ma­zı­nı kıl­mış olur. Bir kim­se öğ­le na­ma­zın­dan bir re­kat kıl­sa, son­ra ay­nı öğ­le na­ma­zı­na ni­yet ede­rek tek­bîr ge­tir­se, bu na­maz o na­maz­dır. Ya­ni na­ma­za ay­nen de­vam eder, ye­ni baş­tan öğ­le na­ma­zı­na baş­la­maz. 

An­cak bu, ni­ye­ti kal­biy­le yap­ma­sı du­ru­mun­da­dır. Eğer ni­ye­ti di­liy­le ya­par­sa; ya­ni di­liy­le “Ni­yet et­tim öğ­le na­ma­zı­nı kıl­ma­ya­” der­se, na­ma­za ye­ni baş­tan baş­la­ma­sı ge­re­kir. Ce­ma­at­le na­maz kıl­ma du­ru­mun­da ima­ma uy­ma­ya ni­yet et­mek şart­tır. İma­ma uy­ma­ya ni­yet et­mek­si­zin ce­ma­at­le na­maz kı­lar­ken ima­ma uy­ma­ya ni­yet ede­rek di­liy­le tek­bîr ge­tir­se, ön­ce­ki na­ma­zı boz­muş, ima­ma uy­muş olur.

‘BANA UYANLARA İMAMIM’

İma­ma uy­ma­da en fa­zi­let­li olan; ima­mın “Al­lâ­hü Ek­be­r” de­me­sin­den son­ra ona uy­mak­tır. Çün­kü bu du­rum­da na­maz kı­la­na uy­muş olur.

İmam imam­lık ya­pa­ca­ğı yer­de dur­du­ğu za­man ona uy­ma­ya ni­yet et­se, âlim­le­rin ge­ne­li­ne gö­re ni­ye­ti ca­iz olur.

İma­ma uya­nın, uy­du­ğu ima­mın kim ol­du­ğu­nu bil­me­si ge­rek­li de­ğil­dir. Hat­ta ima­mın Ah­met ol­du­ğu zan­ne­dil­se, fa­kat Meh­met ol­du­ğu an­la­şıl­sa bu­nun bir za­ra­rı yok­tur. An­cak Ah­me­d’­e uy­ma­ya ni­yet et­se, fa­kat onun, Meh­met ol­du­ğu­nu an­la­sa, bu du­rum­da ima­ma uy­ma­sı ca­iz ol­maz. İma­mın er­kek­le­re imam ol­ma­ya ni­yet et­me­si şart de­ğil­dir. An­cak ka­dın­la­rın ima­ma uy­ma­la­rı­nın ge­çer­li ola­bil­me­si için, ima­mın on­la­ra imam ol­ma­ya ni­yet et­miş ol­ma­sı ge­re­kir. Bu se­bep­le ima­mın: “Ben, ba­na uyan­la­ra imâ­mı­m” de­me­si lâ­zım­dır. (el-Fe­tâ­ve­’l-Hin­diy­ye, cilt:1 shf:65, İb­ni Hü­mâm, Fet­hu­’l-Ka­dîr, cilt:1, shf:233-235)

Ayet-i kerime

Siz­den, hay­ra dâ­vet eden ve iyi­li­ği em­re­dip kö­tü­lük­ten neh­ye­den bir top­lu­luk bu­lun­sun. İş­te on­lar fe­lâ­ha eren­ler­dir.

(Âl-i İm­rân, 104)

Hadis-i Şerif

 Sa­de­ce şu iki kim­se­ye gıp­ta edi­lir: Bi­ri, Al­lâ­h’­ın ken­di­si­ne Ku­r’­ân ver­di­ği ve ge­ce-gün­düz onun­la meş­gul olan (onun­la ya­şa­yıp teb­liğ eden) kim­se, di­ğe­ri de Al­lâ­h’­ın ken­di­si­ne mal ver­di­ği ve bu ma­lı ge­cegün­düz O’­nun yo­lun­da in­fâk eden kim­se.” (Bu­hâ­rî,  İlim, 15; Müs­lim,  Mü­sâ­fi­rîn,  266)

Alimlerden Öğütler

 Bizim meclisimizde bulunanlar, sükut içinde otursalar ve sükuttan başka bir şey görmeseler bile, din bahsinde âlim geçinenlerin hatalarını keşfederler, bir bir çıkarırlar." Seyyid Abdülhakim-i Arvasi

 Şöhret âfettir; şöhret peşinde koşmak, iyi tanınmak için uğraşmak, insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati, aşk incisini arıyorsan, görünüşten kurtulman, deniz dalman, derinliklere inmen gerek!  Mevlana Celaleddin Rumi

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Cübbeli Ahmet Hoca Arşivi