Hüsnü Aktaş

Hüsnü Aktaş

İbadetlerin değişmeyen rüknü: Kalbin niyeti

İbadetlerin değişmeyen rüknü: Kalbin niyeti

Mukaddes emaneti yüklenen her mükellefin; İlâhi tekliflerin keyfiyetini öğrenmesi, aklını kullanması ve şeytanın güzel gösterdiği şeylerden sakınması şarttır. Muhkem nasslarla sabit olan hakikat şudur: Hesap gününde her mükellef, işlediği “zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de” karşılığını görecektir. Bilindiği gibi ilâhi tekliflerin tamamı insanların maslahatı için konulmuştur. İslâm âlimleri ibâdetleri; şartlarını, rükünlerini ve keyfiyetlerini dikkate alarak tasnif etmişlerdir. Tasniflerde, hangi organlarla ve imkânlarla yerine getirildiğinin dikkate alındığını söylemek mümkündür. Meselâ; bedeni ibâdet olan namaz ve oruç, mali bir ibâdet olan zekât, hem mali, hem bedeni ibâdet olan hac ve Allah yolunda savaşmak gibi.. Bütün ibâdetlerin ve salih amellerin kılavuzu ilimdir! İmam-ı Serahsi, ilmin önemini ifade ederken şu tesbitte bulunmuştur: “Şüphesiz ki Allah’a (cc) imandan sonra, en kuvvetli farzlardan birisi de ilim öğrenmektir. Nitekim bir hadis-i şerif’te Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “İlim öğrenmek her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır.” Ayrıca şu hadis-i şerif’te belirtildiği üzere ilim peygamberlerin bıraktığı bir mirastır: “Peygamberler miras olarak ne altın, ne gümüş bırakmışlardır. Onların bıraktıkları sadece ilimdir. Kim o ilmi alırsa, şüphesiz çok büyük bir nasip almış olur. ”(1)

 Kur’an-ı Kerim’de duyma (haber-i sadık), basar (görme, müşahade etme) ve fuâd (akl-ı selimle istidlâl) gibi unsurların, bilginin kaynağı olduğu haber verilmiştir: “Bilmediğin (hakkında ilim sahibi olmadığın) şeyin ardına düşme!. Hakikat duyman, müşahade etmen ve muhakemen ondan sorumludur.” (El İsrâ Sûresi: 36) Dolayısıyla insanoğlu ilmi; haber-i sadık, duyu organlarının faaliyetleri ve akıl yürütme yoluyla elde edebilir.(2) Vahiy yoluyla indirilen ve peygamberler tarafından tebliğ edilen hükümler, mutlak hakikatin ifadesidir. İnsanın yaratılış hikmetinin Allah’a (cc) ihlâsla ibâdet olduğu, muhkem nasslarla haber verilmiştir. Bütün muteber kaynaklarda; ‘Hevâsına muhalefet eden ve ilâhi tekliflere teslim olan mükellefin, şeriata uygun olan amellerine ibâdet denilir’ tarifine yer verilmiştir. Bilindiği gibi Kelime-i Şehâdet getirirken; “Bütün ilâhları (tağûtları) reddettiğimizi, yalnız Allah’a iman ettiğimizi, Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) önce ‘Allah’ın kulu’, sonra ‘O’nun Rasûlü’ olduğunu, kalben tasdik edip, dilimizle ikrar ediyoruz”. İslâm’ın bütün emirlerini kelime-i şehâdette yer alan bu keyfiyeti esas alarak açıklamak mümkündür. Kelime-i Şehâdet getiren bir kimse; tağuti iktidarlar tarafından konulan hükümlere, yani küfür ahkâmına razı oluyorsa, dili ile kalbi arasında bir tenakuzu yaşıyor demektir. Yani o kimse; Allahü Teâlâ (cc) ile birlikte, küfür ahkâmını icra eden tağûti güçlere de inanıyor demektir. Tağûta iman eden ve onun yönetimini meşru sayan bir kimse; velev ki alnını secdeden kaldırmasa bile, ibâdet etmiş sayılmaz. Çünkü her ibâdette aranan ilk şart; sahih bir imandır. İslâm uleması, “İbâdette aranan ilk şart; İslâm’dır. Zira kâfir ibâdete ehil değildir” hükmünde ittifak etmiştir. Şimdi insanın yaratılış sebebi üzerinde duralım ve ‘Abd” (kul) kavramının mahiyetini izaha gayret edelim. Arapça olan ‘abd’ kelimesi lügatta: “İtaat etmek, boyun eğmek, tevazû göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin isyan etmeden ve yüz çevirmeden itaati” manasına gelir. Abd kelimesinin mastarı olan ubudiyet (kulluk etmek) insanın sıfatıdır.(3) 

KALBİN NİYETİ İLE İBÂDETLERİN MÜNASEBETİ

Kalbin niyetiyle ilgili olan ihlâs ve ihsan; hem bütün ibâdetlerin, hem de salih amellerin değişmeyen şartıdır. İslâm uleması, “Allah’ın (cc) indirdiği hükümlere kalben teslim olmayı ve sadece O’nun rızası için ibâdet etmeyi ihlâs, ilâhi murakabe altında olduğunu hatırında tutmayı da ihsan” kavramı ile izah etmişlerdir. Bazı alimler, “İbâdet ederken veya herhangi bir ameli edâ ederken ilâhi murakabeyi kalb gözüyle müşahede etmeye ihsan denilir” tarifini esas almışlardır. Bu tarif, muhaddisler arasında “Cibril Hadisi” olarak isimlendirilen hadis-i şerifteki keyfiyete uygundur. Cebrail’in (as) “İhsan nedir ?” sualine, Peygamberimiz Efendimiz (sav) “İhsan; Allahû Teâlâ (cc)’yı görüyormuşsun gibi, O’na ibâdet etmendir. Zira sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor”(4) cevabını vermiştir. 

Muhkem nasslarla emredilen ibâdetlerin ve salih amellerin edasında, niyetin müstesnâ bir yeri vardır. Hakkı batıldan, doğruyu eğriden ve iyiyi kötüden ayırmanın vasıtası, mükellefin kalbidir. Kalbin bir şeyi bilmesi, karar vermesi ve bir işin niçin yapıldığını idrak etmesi anlamına gelen niyet, amellerin değerini belirleyen zaruri bir unsurdur. İmam Fahrûdîn-i Râzî; ‘İnsanın sorumluluğu kalbinde taşıdığı niyetlerle, yani kalbinin amelleriyle ilgilidir. İman ve küfür, kalbe mahsus olan ameller cümlesindendir. Mükellef kalbinde taşıdığı küfürden dolayı en büyük cezaya çarptırılır. (..) Ameller niyetlere göre değer kazanır. Yapılan ibâdetler ve ameller, sahih bir niyete ve kalbte zuhur eden güzel duygulara bağlı değilse, onlara mükâfat verilmez”(5) diyerek, niyetin önemini ifade etmiştir. Amel ile niyet arasındaki münasebeti beyan eden ve rivayet açısından meşhur olan hadis-i şerifi dikkate alan fukaha, yüzlerce meselenin hükmünü izah etmiştir. Önce bu hadis-i şerifi hatırlayalım. Hz. Ömer (ra) Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de bir dünya (menfaati) veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir.”(6) Hz. Zeyd b. Sabit (r.a) niyetin önemini izah ederken, şöyle demiştir: “Müminlerden savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler bir değildir” (En Nisa Sûresi: 95) Ayeti inince, Peygamberimiz Efendimiz (sav) bunu yazmamı istedi. Bu esnada a’ma olan Hz. Abdullah İbn Ümmi Mektûm (r.a) üzüntüsünü ifade etti ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü cihada gücüm yetseydi, ben de gider düşmanla savaşırdım.” Bunun üzerine Allah (cc) aynı ayetin devamında; “Özür sebebiyle savaşa katılmayanları müstesna tutan” hükmü beyan etti.(7) 

Kalbin ameli bazı ibâdetlerde farz, bazılarında ise vacip, müstehab veya sünnettir. Hanefi fukahasına ve bir rivayette İmam Mâlik’e göre abdest ve gusülde niyet farz değil sünnettir. Bunun delili, abdest alınmasını beyan eden Ayet-i Kerime’de; “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin. Her iki topuğunuzla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın)” (El Maide Sûresi: 6) hükmü beyan edilmiş, abdestin dört farzı belirlenmiştir. Muhkem nassda niyetten söz edilmediği sabittir. Sahih hadislerde de niyet üzerinde durulmamıştır. Mutlak müctehidlerden İmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel’e (rh.a) göre abdest alırken niyet etmek farzdır. Ortaya koydukları delil; meşhur olan “Ameller niyetlere göredir” hadisi ile namaz ve teyemmümde niyetin farz olduğunu beyan eden nasslardan kıyastır.(8) 

Dinin direği olan namaz ibâdetinde niyetin farz olduğu malûmdur. Mükellefin Allahü Teâla’nın (cc) rızası için namaz kılmaya karar vermesi ve hangi namazın kılınacağını ifade etmesi zaruridir. İbâdetin âdetten ayrılması ve ihlâsın gerçekleşmesi için niyet ameli farz kılınmıştır. İbâdetlerin niyetle gerçekleşeceği muhkem âyetle sabittir: “Oysa onlar, yalnız dini kendisine tahsis ederek... Allah’a ibâdet etmekle emrolundular.” (El Beyyine Sûresi: 5)  Kalbin ameli olan niyet; hac ibadetinin her çeşidinde de belirleyici bir unsurdur. Îfrad, Temettü’ veya Kıran haccı yapacak mükellefin, mikatta ihrama girerken buna uygun olarak niyet etmesi farzdır. Kurban ibâdetinde de niyetin önemli bir yeri vardır. Çünkü bayram günü sırf fakirlere dağıtmak amacıyla bazı hayvanlar kesilip dağıtılsa, kurban niyeti olmadıkça sahih olmaz. Sadece sadaka/infak ecri alınabilir. Besmelenin kasten terkedilerek hayvanın kesilmesi halinde, etini yemek veya fakirlere yedirmek haramdır. Kurbanda, Yüce Allah’a (cc) ulaşan et veya deriler değil; niyet, ihlâs ve takvadır. Bu hakikat muhkem nassla sabittir: “Onların ne etleri, ne kanları hiçbir zaman Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na yalnız takva ulaşır.” (El Hacc Sûresi: 37). Kurbanda niyetin şart olması, onu âdet gereği hayvan kesmekten ayırmak içindir. Bu konuda delil yine “Ameller niyetlere göredir” hadisidir.

Zengin olan kimse, zekâtını miskine/fakire niyetsiz olarak verse, sonradan zekâta niyetlense, eğer bu mal henüz muhatabın elinde mevcutsa niyet geçerli olur. Zekâtta vekilin değil, mal sahibinin niyeti geçerlidir. Mal sahibinin, malını yoksula verirken, “Bunu niçin veriyorsun?” gibi bir soruya, düşünmeksizin “zekât olarak veriyorum” diyebilecek bir halde bulunması niyet yerine geçer. Zekâta niyet etmeksizin malının tamamını tasadduk eden kimseden (zenginlik vasfını kaybedeceği için) zekât borcu düşer.

Mükellef olan bir kimsenin; herhangi bir ameli edâ etmeden önce, bu amelin hükmünü öğrenmesi farzdır. Çünkü o fiili yaparken, niyet etmek durumundadır. Niyet için; o fiilin “farz mı, vacip mi, sünnet mi” olduğunu bilmesi zaruridir. Bunun iki yolu vardır. Birincisi: Bizzat sağlam ve güvenilir kaynaklara müracaat ederek öğrenmek!.. Yani kât’i ilim sahibi olmak. İkincisi: Tağût’u reddeden ve İslâmi hususlarda titizlik gösteren muttaki ulemaya müracaat ederek, yapacağı fiilin şer’i durumunu öğrenmek!.. Tabiî; hem bizzat araştırmak, hem sorup öğrenmek, mümkündür. Fakat her hâlükârda; bir fiili (ameli) icra etmeden önce, fıkhî hükmünü öğrenip, kât’i bir niyete sahip olmak gerekir. 
Günümüzde bu hassasiyet kaybolduğu için, ibâdet ile adet iç-içe girmiş, ihlâsla Allah’a (cc) ibâdet keyfiyeti zaafa uğramıştır. İlâhi teklifleri ihlâsla edâ eden ve ‘zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de hesabının sorulacağı güne’ hazırlanan Müslümanların, iyilik ve takva hususunda birbirleriyle yardımlaşmaları farzdır. 

(Misak Dergisi-269)
(1) İmam-ı Serahsi- El Mebsut- Beyrut: ty C: 1 Sh: 2.
(2) İmam Ebû Muin En Nesefi- Bahrû’l Kelâm- Sh: 15 vd.
(3) Geniş bilgi için /İslâmi Bilgiler Ansiklopedisi İst: 1981 C: 1 Sh: 10 (Abd maddesi)
(4)Sahih-i Müslim- lst: 1401 K. lman: 57, Sünen-i Ebû Davud- K. Sünne: 16,
(5) İmam Fahrüddin-i Razi- Mefâtîhu’l Gayb -İst: 1308 C: 2 Sh: 560 
 (6) Sahih-i Buhârî-İst: 1401 K. Bed’ül-Vahy, 1, İman, 41, Nikâh, 5, Talâk,ll, Menâkıbul-Ensar, 45, Itk, 6, Eymân, 23; Ayrıca Sahih-i Müslim-İst: 1401 K. İmâre, 155; Sünen-i Tirmizî-Ist: 1401 K. Fazâilül Cihâd, 16.
 (7) Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K. Cihad, 31, Tefsîru Sure, 4/18, Ayrıca Sünen-i Tirmizî- K. Tefsîru Sure, 4/19; İmam Ahmed b. Hanbel- El Müsned- İst: 1401 C: 5 Sh: 184
(8) İmam-ı Kâsânî- El Bedaiû’s Senai- Beyrut: 1974 C: 1 Sh: 17 Ayrıca El Meydanı- El Lübab Fi Şerhil Kitap- Beyrut: 1400 C: 1 Sh:16

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüsnü Aktaş Arşivi