Hüsnü Aktaş

Hüsnü Aktaş

İbadetlerin ve Salih Amellerin Merkezi: Mescid-i Takva

İbadetlerin ve Salih Amellerin Merkezi: Mescid-i Takva

Cemiyet hâlinde yaşayan insanoğlunun üstün meziyetleri olduğu gibi, garip zaafları da vardır. 

Kur’an-ı Kerim’de ‘şeytanın telkinlerine kapılan, adâleti hafife alan, mülkü (iktidarı) elde etmek için her türlü hileye başvuran, bilmeden hayrına da şerrine de dua eden ve biriktirdiği malların kendisini ölümsüz kılacağını zanneden’ insanların değişik kavimlere ayrıldıkları haber verilmiştir. Cemiyet hâlinde yaşayan insanları, bir geminin yolcularına benzeten Peygamberimiz Efendimiz (sav), akıl sahibi olan insanların ibret almaları için şu misali vermiştir: ‘Allah’ın çizdiği sınırları muhafaza etmeye ve başkalarına faydalı olmaya çalışanlar ile meşrû sınırları aşıp günaha düşenlerin hâli, bir gemiye binip denize açılan insanların hâli gibidir. Onlardan bazıları geminin alt kısımlarında yerini almışlar, bazıları da geminin güvertesine çıkmışlardır. Alt kısımda bulunanlardan birisi su almak için yukarıdakilerin yanına çıkar. Yukarıdakiler ona su konusunda (vermemek için) eziyet ederler. Bunun üzerine o adam eline baltayı alır ve geminin tabanını delmeye başlar. Durumu farkedenler ‘Ne oluyor sana? Neyin var?’ diye sorarlar. O da ‘Siz bana su konusunda eziyet ettiniz!..Bana su lazım, gemiyi deliyorum’ cevabını verir. Böyle bir durumda eğer onlar adamın elini tutar, gemiyi delmesine mani olurlarsa kurtulurlar. Aksi takdirde o adamla birlikte kendileri de helâk olurlar.’ (1) Bu teşbih; cemiyet hâlinde yaşamanın zaruri şartlarını ifade ettiği gibi, insanlara iyilikleri emretmenin ve onları kötülüklerden alıkoymanın önemini de beyan etmektedir. Bu tesbitten sonra; ibadetlerin/salih amellerin edâsında önemli rol oynayan mescid, camii ve külliye gibi mekânların ‘kimler tarafından, nasıl ve hangi maksada matuf olarak’ imar edilmesi gerektiği meselesine geçebiliriz.

 Kur’an-ı Kerim’de ‘mescidlerin sadece mü’minler tarafından imar edileceğini ve müşriklerin bunu yapmaya ehil olmadıklarını’ beyan eden âyet-i kerime meâlen şöyledir: “Allah’a şirk koşanların, kendi küfürlerine bizzat kendileri şahit iken, Allah’ın mescidlerini imar etmeye ehliyetleri yoktur. Onların (hayır niyetiyle) bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve onlar ateşte ebedi kalıcıdırlar. Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler.” (Et Tevbe Sûresi: 17- 18) bu Ayet-i Kerime’nin nüzulüne sebeb olan hadise şudur: Bedir Savaşı’nda Kureyş’in önderlerinden bir topluluk ile birlikte, o tarihte henüz iman etmemiş olan (Peygamber Efendimizin amcası) Abbas b. Abdulmuttalib de esir alınmıştır. Sahabeden bazıları, Kureyş müşrikleri ile beraber yeğenine karşı savaştığı için kendisini ayıplamışlardır. Akrabası olan. Hz.Ali (ra) de, Hz.Abbas’ı “Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) tebliğ ettiği hakikatleri yalanladığı ve O’na karşı savaştığı için kınamıştır. Bu serzenişler ve kınamalar üzerine Abbas b. Abdulmuttalib “Siz bizim iyiliklerimizi gizliyorsunuz, hep fenalıklarımızı söylüyorsunuz” demiştir. Bir sahabenin “Sizin iyiliğiniz de mi var?” sualini sorması üzerine üzerine Abbas b. Abdulmuttalib: “Elbette bizim de iyiliğimiz vardır. Biz Mescid-i Haram’ı onarır, her sene Kâbe’nin örtülerini değiştirir, hac için gelenlere su dağıtırız” cevabını vermiştir.(2) Bu hadise üzerine, mescidlerin ‘kimler tarafından, nasıl ve hangi maksada matuf olarak’ imar edileceğini beyan eden Ayet-i Kerime inzal edilmiştir.(3) Ayette geçen “En Ya’muru”; mescidleri yapma, onarma ve ibadet için hazır tutma manâsına gelir. İmam Ebubekir El Cessas; “Mescidlerin imarı iki şekilde olur: Birincisi: Bizzat inşaa etmek ve onarmaktır. İkincisi: Orada ibadet etmek ve salih amelleri eda etmektir. Nitekim ziyaret maksadıyla Mescid-i Harama ve Kabe-i muazzamâya hac mevsimi dışında gidenlere “mu’temir” (imar eden) denilir. 

Bunun manevi bir imar olduğunda şüphe yoktur. Bu ayet aynı zamanda; kâfirlerin ve müşriklerin mescidleri inşaa etmelerine mani olunmasına da delâlet etmektedir. Zira onların camilere girmesi; camileri imardaki asıl gayeye uygun olmadığı gibi, inançları da o mekâna muhâliftir “ diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Ayetin sebeb-i nüzûlünü dikkate alan bazı âlimler “Bu hükmün sadece Mescid-i Haram’la ilgili olduğunu” ifade etmişlerdir. Ancak ayette “Mesacid” (mescidler) kelimesinin yer alması, hükmün bütün mescidler için geçerli olduğunun delilidir.

Zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de hesabının sorulacağı güne hazırlanan müslümanların, mescidleri maddi ve manevi olarak imar etmeleri gerekir. Zira mescidleri imar edecek kimselerin vasıfları, muhkem nassla haber verilmiştir. Bilindiği gibi mescid kelimesi, alnı yere koymak, tevazu göstermek ve eğilmek gibi manalara gelen sücud kökünden türetilmiş olup, “secde edilen yer” anlamına gelir.(4) İslâm’da namaz kılınan mekânların tamamı “mescid” kelimesiyle ifade edilmiştir. Malûm olduğu üzere secde, kulun/mükellefin Allah’ın (cc) rahmetine en yakın olduğu andır.(5) Dolayısıyla mescidler, mükellefi Rabbine yaklaştıran yerlerin başında gelir. Namazın diğer rükünleri yanında, secde rüknünün namaz kılanan yerlere isim olarak kullanılmasının bir değil, birden fazla hikmeti vardır. Bilindiği gibi namazın rükünleri içerisinde secde, içine gösteriş (riyâ) karışmayan ve sadece Allah (cc) için yapılan en önemli rükündür. Nitekim bir kişi Allah’dan başkasının huzurunda el-pençe kıyamda durabilir, eğilebilir ama secde etmez. Meselenin bir diğer boyutu da şudur: Mescid kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de yer alan bir kavramdır. Yirmi sekiz ayet-i kerimede bu kavram kullanılmıştır. Asr-ı Saadet’te de namaz kılınan mekânları ifade için mescid kelimesinin kullanıldığı bilinmektedir. Daha sonraki dönemlerde, mescidlerin mâbed olma yanında çok yönlü görevler îfâ etmesi göz önünde bulundurularak ve mescidlerin müslümanları toplayan mahaller oluşuna bakılarak “cami” ismi kullanılmaya başlanılmıştır.(6) Türkiye’de özellikle ‘cami’ kelimesinin daha çok kullanıldığını söylemek mümkündür.

Cuma ve bayram namazları kılınmayan küçük ibadethaneler “mescid” diye anılmaya devam edilirken; beş vakit namazın yanında cuma ve bayram namazları da kılınan büyük ibadet mekânları “cami” kelimesiyle ifade edilmiştir.
Kur’an-ı Kerîm’de; “Muhakkak ki mescidler Allah’ındır. Onun içinde Allah ile birlikte hiçbir (şeye) ibadet etmeyin” (el-Cinn Sûresi:18) emri verilmiştir. Başta Kâbe-i Muâzzama olmak üzere cami ve mescidlerde yapılan ibâdetler; Allahû Teâla (cc)’ya kulluk niyetiyle ve O’nun rızası için edâ edildiğinden bu mekânlara, “Allah’ın” (Li’llâh) denildiği malumdur. Imam-ı Kasanî “Humûs” bahsinde bu mahiyet üzerinde durmuştur.(7) İbn-i Abidin, mescidlerin süslenmesinde (nakış ve tezyininde) haram veya şüpheli malların kullanılmaması gerektiğini izâh ederken, şu tesbitte bulunmuştur:” Çünkü Allah (cc) helâlden başkasını kabul etmez”(8) 

 Allahû Teâla (cc), mescidleri kendi zâtına izafe ederek, ‘Allah’ın Mescidleri’ ve ‘Allah için olan Mescidler’ diye anmıştır. (Bakınız; El Bakara Sûresi: 114, Ayrıca Et Tevbe Suresi: 17-18; El Cin Suresi: 18) Mescid karşılığında kullanılan ‘beyt (ev) kelimesi de yine Allah’a izafe edilmiştir. Cenâb-ı Hak, mescidlerin imamı olan Kâ’be (Mescid-i Haram) için ‘evim’ ifadesini kullanmıştır. (El Bakara Sûresi: 114) Bütün bunlar mescidlerin önemini kavramamıza vesile olan işaretlerdir. Beytullâh (Allah’ın Evi) deyimi de buradan kaynaklanmıştır. Kâ’be başta olmak üzere tüm mescid/câmi’lerin, yalnızca Allah’ın rızasına uygun olan işlerde kullanılması zaruridir. Kur’ân-ı Kerim’de mescidlerin ‘zikrullah’ın bolca yapıldığı yerler’ ve ‘şirkden arındırılmış tevhid evleri’ olduğu da özellikle belirtilmiştir. İsminden de kolayca anlaşılacağı üzere camiler ve mescidler, müslümanları Allah adına yapılacak hayırlı işler için toplayan merkezlerdir. Asr-ı saadette mescidler, ibâdet mekanı olarak kullanılması yanında; eğitim mekanı (suffe), adli duruşmalarda mahkeme salonu, heyetlerin kabul edildiği resmi misafirhane ve cenaze namazlarının kılındığı musalla görevlerini de yerine getirmiştir. İbadetler İslâm ölçülerine uygun yapıldığı gibi, eğitim-öğretimin de ‘Allah’ın (cc) rızası için’ yapılması gerekir.

Peygamberimiz Efendimiz’in (sav); “Mescidler ancak Allahû Teâlâ’nın (cc) adının zikredilmesi ve hüküm vermek için binâ edilmişlerdir”(9) buyurduğu malûmdur. Hanefi fûkahası, bu hadis-i şerifi esas almış ve “Rasûlallah (sav) davalara (mahkeme işlerine) mescidde, herkese açık olarak bakıyordu. Hülâfa-i Raşidiyn döneminde, mescidlerin bu vasfı muhafaza edilmiştir. O halde kaza işlerinin (Dava ve mahkeme işlerinin) mescidde yapılması müstehâb olur”(10) hükmünde ittifak etmiştir. Cum’a camisi, Kaza (Mahkeme) için, daha elverişlidir. Çünkü Kadı (Hakim) fıkıh erbâbı âlimlerden faydalanma imkânına sahip olur.”(11) Muteber kaynaklarda nikâhın, mescidde kıyılmasının ve ilân edilmesinin mendûp olduğu ifade edilmektedir. Dürri’l-Muhtar’da: “Nikâhı ilân etmek, nikâhtan önce hutbe okumak ve nikâhı cum’a günü aklı başında bir âkid ve âdil şâhidler huzurunda mescidde yapmak mendupdur” hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken şu tesbitte bulunmuştur: “Nikâhı ilân etmek..” yani akdi duyurmak mendûpdur. Çünkü Tirmizi’nin rivâyet ettiği bir hadiste “Bu nikâhı ilân edin. Onu mescidlerde kıyın. Onun için defler çalın” buyurulmuştur. Fetih. Nikâhtan önce hutbeden murâd; âkidden önce Hamd-ü senâ ederek teşehhüdde bulunmaktır.(12) Günümüzde de sünnete riayet için zikredilen salih amellerin camilerde yapılması geğrekir. Cami dışında yapılabilme imkânı varsa, o zaman da tıpkı camide yapılıyor gibi icra edilmesi gerekir.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz Mekke döneminde, Kâbe-i Muazzama’yı mescid olarak kullanamayan Müslümanlar, mescidsiz olmayacağı için değişik tedbirler almışlardır. Mekke’de ilk olarak Hz. Ammâr b. Yâsir’in (ra) evinin bir köşesi mescid olarak kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda Hz Ebû Bekir’in (ra) evinin de mescid olarak kullanıldığı ifade edilmektedir. Onlar bu mescidleri ferdi ibâdet yeri olmasının yanında, insanlara Kur’an ahkâmının öğretildiği mekân olarak da kullanmışlardır. Hicret esnasında Hz. Peygamber (sav) tarafından Küba Mescidi inşa edilmiş, Medine’ye ulaşıldığında ise yine ilk iş olarak Mescid-i Nebi, Peygamberimizin de fiilen katıldığı gayretli bir çalışma ile yapılmıştır. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) kendisine izafe edilen mescidi (Mescid-i Nebevi’yi) bir karar ve eğitim merkezi olarak kullandığı malûmdur. Hz. Ebubekir (r.a) ile başlayan Hülâfa-i Raşidiyn döneminde de mescidlerin ve camilerin hukuku aynen muhafaza edilmiştir. Mescidlerin sadece ve sadece Allah’a (cc) (Li’llah) ait olması ve İslâm’ın temel hedeflerini gerçekleştirmek için kullanılması zaruridir. (Misak Dergisi-268)

(1) Sünen-i Tirmizi-İst: 1401 C: 4 Sh: 470 K.Fiten: 12. Ayrıca Sahih-i Buhari-İst: 1401 C: 3 Sh: 111 K.Şirket: 6 
(2) Muhammed Ali Sabûni-Ahkâm Tefsiri-İst:1984 Şamil Yay. C:2 Sh:16-17
(3) Geniş bilgi için/ İmam Fahruddin-i Râzi- Mefâtihû’l Gayb- Ank:1991 C: 11 Sh: 439 vd. 
(4) İbni Manzûr, Lisânü’l Arab-Beyrut: 1955 C: 3 Sh: 204-206
(5) Sahih-i Müslim Salât 215; Nesâî, Mevâkıt 35; Tirmîzî, Deavât 118; Ahmed b. Hanbel El Müsned- İst: 1401 C:2 Sh: 421
(6) Ahmed Güner-Asr-ı Saadette Mescidler/Camiler...’Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm-İst: 1994 Beyan Yayınları Sh: 159,
(7) İmam Kasani, El Bedaiû’s Senai fi Tertibi’ş-Şerai, Beyrut: 1974 C: 7 Sh: 124.
(8) İbn-i Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürri’l-Muhtar, İst: 1982 C: 2 Sh: 608.
(9) İmam Merginani, El-Hidâye Kahire: 1965 C: 3 Sh: 103. 
(10) İbn-i Hümam Fethû’l Kadir, Beyrut: 1316 C: 5 Sh: 465-466. Ayrıca İmam Kasani a.g.e. C: 7 Sh: 13. İmam Merginani, a.g.e. C: 3 Sh: 103. 
(11) İmam Merginani a.g.e. C: 3 Sh: 103. Ayrıca İmam Kasani a.g.e. C: 7 Sh: 13. İbn-i Hümam a.g.e. C: 5 Sh: 466. 
(12) İbn-i Abidin a.g.e. C: 5 Sh: 256-257, –Metin ve İzâh bl.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüsnü Aktaş Arşivi