Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

IŞİD Nasıl Bertaraf Edilebilir

IŞİD Nasıl Bertaraf Edilebilir

IŞİD adlı terör devleti ve temsil ettiği sözde selefilik akımının ortadan kaldırılması veya bertaraf edilmesi için Türk medyası ile akademyası nihayet düşünmeye kafa patlatmaya başladı.

IŞİD nasıl ortadan kaldırılır gibi boyundan büyük laflar edenler de çıkmadı değil.

Kolay tahlil ve tespitler yapanların gözardı ettikleri bazı hususlar var, bunları irdeleyelim.

Birincisi: IŞİD uluslararası bir siyasal yapılanmadır. O zaman buna dinî terbiye usullerince ve güçlü bir irade ortaya konmadıkça “aman kardeşim cici kardeşim din hele hele İslam dini kardeşliği emrediyor, lütfen kan dökmeyin” demek biraz kendini kandırmak olur kanaatindeyim. Dolayısıyla mesele yine siyasi bir çözüm olarak ortaya konacaktır.

Buna göre; IŞİD bölgedeki Kürt taşeron siyasal örgütlenmesi ve devlet kurma süreci gibi iddialardan vazgeçilmedikçe bitmeyecektir. Zira onu konuşlandıran güç ve güçler dengesi böyle bir fonksiyon yüklemiş durumdalar. Bu açıklama mevzuu kapatır mı? Elbette ki yeterli değildir.

IŞİD’in yine varlık sebebi küresel güçlerin bölgedeki İkinci İsrail fonksiyonunu deruhte edecek bir Kürdistan devleti inşa etmesinde aparat olarak kullanılmasıdır ki, bu pencereden de bakılınca IŞİD’in varlığının Kürdistan’ın sağlam bir zemin buluncaya kadar yaşatılmasıdır ve kötü polis rolünü sürdürmesidir. PYD ve diğer bölgesel Kürt eylemcilerine uluslararası camiadan destek bulunmasını sağlamak açısından “bahane” rolünün idamesidir. 

IŞİD’in İslam dünyasını tehdit eden teorik arka planı açısından ise meselenin sadece Kürt sorunu ile ilgili olmadığı anlaşılıyor. O teorik arka-plan hilafet devletinin ihyası ve mevcut sözde Müslüman devletlerin ya da İslâmî grupların zaafları üstünde yükselen Şam-Bağdat hattı gibi görünen ama küresel sanal bir İslam iddiasıdır. O zaman da çağdaş İslam’ın geldiği noktada geleneksel dini kurumların radikalleşme önünde yeterince güçlü ve inandırıcı kozları daha doğrusu cemiyeti sağlıklı hayata hazırlayacak argümanları olmadığı ya da genç kuşakları tatmin etmediği sonucu çıkarılmalıdır. ABD ve İngiliz Yahudi medeniyetinin bölgede İsrail’in güvenliğini sağlayacak İkinci İsrail projesinin gerçekleşmesi ile sınırlı olmayan bir gelecek kurgusu peşinde olduğunu düşünebiliriz. Mevcut ülkelerin aslında Batı ile bir sorunu, daha doğrusu derin ve çözülemez bir sorunu yoktur. Ama buna rağmen mevcut İslam ülkelerinin hepsini zorda bırakacak bir küresel hayali devlet yapılanmasının eski devlet yapılarını çaresiz bırakacağına kuşku yoktur. Zaten radikal gruplar herhangi bir devletin İslam devleti unvanını hak etmediğini, böyle bir bütün ümmeti temsil edebilecek bir devletin söz konusu olmadığını vurguluyorlar. Öte yandan İslam’da devlet kavramının ne idüğü ile ilgili zaten kafalar yeterince karışık. Dolayısıyla sınırları olmayan ve bütün dünyayı kuşatan küresel hayali bir devlet modeli daha cazip hale geliyor. Bu terörde bireysel teröristlerin daha başarılı olmasını sağlayan süreçle de paralel bir çıkarsama olmalı…

IŞİD ya da DAEŞ sadece İslam ülkelerinden militan veya adanmış gençler devşirmiyor. Özellikle batılı gelişmiş ülkelerdeki Müslüman gettolardan daha ziyadesiyle eleman kazanmış durumda. Bunun sebebi İslam âleminin batı karşısındaki acizliği ve çaresizliği ile Batı medeniyetinin merkezinde de İngiliz Yahudi medeniyetinin tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar İslamofobi yaşaması ve yaşatmasıdır. Onuru incinmiş milyonlar zaten dünya sistemine entegre olmuş yerel İslam devletlerinden umudunu kesmiş durumdalar.

Devlet dediğimiz müessese eskimiştir. Devlet dediğimiz müessese sadece bizde değil dünyanın her tarafında uluslararası şirketlerin payandası durumundadır. Uluslararası şirketlerin arzulayıp da yaptırmayacakları hiçbir iş kalmamıştır herhangi bir devlet nezdinde..

Bu elbette ki özellikle sanal âlemde ve genç kitlelerde başka taraflara gözlerini ve kalplerini çevirmelerine sebep oluyor.

Bu sapmaları geleneksel ilaçlarla, ikna metodları ile önlemek mümkün gözükmüyor.

IŞİD’in kendi yayın organının (Konstantinopolis) Sayın Erdoğan’ı bizzat Kürt devletinin kurucusu ve ABD’nin has müttefiki olarak göstermesi de manidardır. 

Beri yandan Kürt ayrılıkçı hareketi siyasallaşmış sivil unsurlarıyla da, terör yöntemini asla terk etmeyeceği anlaşılan askeri unsurlarıyla da Sayın Erdoğan’ı tam tersine IŞİD’in ortağı gibi göstermesi de manidardır. 

Bu Türkiye’nin çok yönlü olmaya çalışan dış politikasında çözülmeye işaret etmektedir. Belki de bu politika baştan beri tutarsız ve yanlıştı. 

Bir yandan Suriye’de rejimi yıkmaya çalışacaksınız, bir yandan Kürt sorunun çözümü diye Kürt ayrılıkçı unsurlarının bile “biz bu kadar beklemiyorduk” yorumlarına sebep olan aşırı iyimser çözüm süreci işgüzarlığında bulunacaksınız… Diğer yandan küresel güçler devreye girince telaşla Suriye’de bir Kürt devletinin varlığını tehdit olarak göreceksiniz, sonra da Suriye’deki karışıklık sebebiyle her türlü silahlı güce imkân ve zemin hazırlayan bir etken görünen edilgen politikalar ve herkese mavi boncuk senaryoları yazacaksınız… dahası var… yarayı kanatmayayım…

Bu sürdürülebilir bir diplomasi ve komşu ülkeler siyaseti değildir.

Yapılması gereken baştan bizim yazdığımız Ortadoğu Su Barışını kurmaktı.

Olmadı.

Sonradan bölgesel bir işbirliğine gitmek ve mevcut siyasal dengeler üzerinden sağlıklı bir komşuluk ve işbirliği sürdürmekti, o da olmadı…

Mısır, Libya, Sudan, Fas, Tunus, Cezayir, bütün Kuzey Afrika ile Orta Afrika ile ilgili hedefler müthiş bir çelişkiler yumağı olarak, de-stabilizasyon inşa etme peşindeki Batı’nın değirmenine su taşımak ama aynı zamanda kendi tarihsel hülyasını pekiştirmek anlamı taşıyordu. 

Birkaç Osmanlı mirası ile ilgili göz yaşartıcı hatıralar Türkiye’deki kimi çevreleri oturduğu yerden Yeni Osmanlılık hevesine gark etti. 

Ortadoğu ve Afrika bizi bekliyordu.

Pekâlâ biz hazır mıydık?

Bizim heveslerimizi bilenler de paralel hevesler inşa etmede pek hünerliydiler. Bu paralel hevesler içte ve dışta o kadar çoğaldı ki, merkez kendi kendisiyle bile paralel düştü…

IŞİD’in hafife alınmaması gerektiği ortaya çıktı. 

Çıktı çıkmasına da çözümü noktasında hiç kimsede bir irade gözükmüyor.

Türkiye ve uluslararası camia bu konuda mevcut ilişkiler ağıyla pek bir şey yapamayacak gözüküyor.

IŞİD’in ve üzerine oturduğu zeminin ortadan kaldırılması için öncelikle bir irade beyanının olması gerekiyor.

İslam adına konuşmalar ve İslam adına temsil rolü üstlenenler, ya kendilerine çeki düzen verip bir daha bu kelimeyi olur olmaz yerde ağızlarına almayacaklar; yahut keskin bir irade ve küresel bir yaptırım ile yeni bir organizasyona gidecekler. Tabiidir ki bunun hukuki tutamakları da olacak.

Bu yeter mi? Elbette yetmez. Uluslararası camia ve özellikle merkezindeki senaryo yazıcısı İngiliz Yahudi medeniyeti İslamofobi hastalığından kurtarılarak böylesi bir sapmaları teşvik edici mekanizmalara başvurmaktan ya men edilecekler veya bu yolun yanlış olduğunu anlayacaklar.

Bu mümkün mü? 

İslam âleminin bu bölünük haliyle nasıl mümkün olsun ki?

İran ile ABD arasındaki yakınlaşma, öteden beri Irak’ta Kürt ve Şii unsurların öne çıkarılması, sünni Arap kesimlerinin her tarafta dışlanması ile Arap dünyasını Suudi Arabistan modeliyle sınırlama; Türkiye’nin yaramaz stratejik müttefik sayılması, liderlerindeki rehabilitasyon imkânının ortadan kalkması uluslararası camianın ve merkezindeki asıl gücün, IŞİD gibi unsurlara yeni fonksiyonlar yüklemeye devam edeceğini gösteriyor. 

Yine de Türkiye diğer İslam ülkelerine göre demokrasi ve parlamento tecrübesi ile daha avantajlıdır.

Seçim sonucu çıkan tablo kendiliğinden Türkiye’deki bütün unsurların yeni bir dış politika gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’nin avantajı da tam buradadır. Belli ki Esad gidici değildir. Belli ki yeni koalisyon imkânları aynı zamanda bölgedeki farklı unsurlarla temas etmeyi kolaylaştıracaktır. Belli ki, ABD’nin görünen ve görünmeyen siyasetlerine karşı çoğulcu yapımız ve açıklığımız yeni cenderelerden sıyrılmamızı sağlayabilir. Belli ki, bütün Ortadoğu unsurlarının yeniden eve dönme stratejisine ihtiyaçları vardır ve bunu yine de bu toprakların tecrübesi ve aşkı temin edebilir.

O halde bir an evvel güçlü bir koalisyon hükümeti kurulmalı ve karanlık ilişkiler ağını çare olarak gündeme getiren mahfillere karşı demokrasimizin ve parlamenter yapımızın yumuşak gücü ve iradesi gösterilmelidir. 

Ardından normalleşme dönemine girilmelidir.

Siyasal İslam lakırdıları ve lüzumsuz temsil heyecanları yerini İslam’ı doğru yaşamaya ve gerçek meseleler üzerinde emek harcamaya terk etmelidir.

Bundan fazla değil çeyrek asır önceki normalleşme dönemini hatırlayınız. İslamofobi Batı’da bu kadar güçlü mü idi? Sadece kültürel İslam(bu lafı sevdiğim için kullanmıyorum anlaşılsın diye bu genellemeyi kullanıyorum) yaşansaydı ve siyasal İslam talepleri ve her ne pahasına olursa olsun kazanma arzuları olmasıydı İslam çok daha anlaşılacak ve yaygınlaşacaktı. En azından huzur diyarı selam diyarı olmaya devam edecekti. Batı ile doğu arasına bu kadar yüksek duvarlar konmayacaktı. Bir yandan İran devrimi, bir yandan gerçekten terör yönteminin bütün İslam coğrafyalarında hemen her örgüt tarafından kullanılması, İslam düşmanlığı ile ayakta duran İngiliz Yahudi medeniyetine yeni kan verdi. 

Küresel mesele ve tezgâhlar ancak yine küresel bir irade ve yaklaşım(plan ve uygulaması ile birlikte) ile alt edilebilirler. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi