Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Ya Devlet Başa...

Ya Devlet Başa...

Herhalde anlaşılmıştır. Bu tiyatroyu daha fazla sürdürmeye lüzum yoktur.

Figüranları bir kenara koyarsanız, el’an Türkiye’de siyaset sahnesinde başrolde sadece ama sadece bir kişi var: O da Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.

Zaman zaman tâli roller için senarist kimilerini sahneye koyuyor ama ne çare ki, sahnenin tamamını dolduran rolüyle kimseye oynayacak bir alan bırakmıyor başrol oyuncumuz.

Aslında problemin senaristte olduğunu bir türlü idrak edemiyoruz. 

Görünen âlemin yanıltıcı renklerine, eşyanın köşelerindeki kıvılcımlara, sahneye düşen bir takım laser pırıltılarına aldanıyoruz. Hayran hayran seyrederken senaristin kimliği üzerinde niye herhangi birimiz dursun ki?

Hayran hayran seyrederken yahut kin ve nefretle takip ederken…

Hiç fark etmez.

Sonuç itibariyle hepimiz edilgeniz.

Seyirciyiz yani…

Senarist öyle bir oyun yazmış ki, vallahi billahi Shakespeare yazamaz.

Krallara lâyık…

Artık fiilî duruma alışmamız gerektiğini bizzat o çok sertleştikleri muhaliflerden hatta savaşın taraflarından birinden duyduk.

Yalan mı?

Demirtaş söyledi…

Daha önce diğer liderler de altını çizmişti.

Davutoğlu da mezara kadar sadakat kavramıyla özetledi.

O zaman halk başkanlık sistemini onaylasa ne olur, onaylamasa ne olur?

Seçim meçim hikâye…

Artık fiilen başkanlık sistemine geçmiş bulunuyoruz.

Yok; bu yapılan anayasayı ihlalmiş.

“Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz.”

Daha doğrusu delik deşik olan anayasadan daha tahrik edici ne var?

Bundan evla ve sonra yapılacak olan: hükümetin kurulmasıdır.

Zannettiniz ki, partiler uzun uzun toplantılar yapıp koalisyon şartlarını belirleyecek ve sonra da zar zor bakanlar kurulunu teşkil edecekler…

Hiç imkânı var mı?

Artık fiilen başkanlık sistemine geçtik. Siz herhalde daha anlamadınız. Zannederim Ak Parti içinde bile anlamayanlar var hâlâ…

Ne partisi, ne koalisyonu, ne istikşâfî görüşmeler filan…

Ne gereği var bunların?

Zaten seçimden bu yana neyi çözebildiler ki?

Partilerin bir araya gelmesiyle hükümet mi kurulurmuş?

Başkanlık sisteminde bakanlar kurulunu kim teşkil eder?

Bildiniz.

Elbette Başkan…

O zaman?

O zaman bekleyeceksiniz ve başkanımız meclis içinden veya dışından bakanlar kurulunu teşkil edecek…

Hem hâli hazır Başbakanımızı dışarıdan Danışman ve sonra dışarıdan Dışişleri Bakanı yapan iradeye bir halel mi geldi ki?

Üstelik paralel yapının ihaneti karşısında ve devletimizin gerçekten bölünme riski altında yeniden toparlanabilmesi için başka ne çare var ki?

On üç yıldır süren iradenin daha da güçlendiğini görmüyor musunuz?

Başkan bakanlar kurulunu teşkil ederken hangi kriterlere başvuracak siz ona bakın.

Ben diyorum ki, eğer bir teklifiniz varsa onu söyleyin.

Mesela kim Tarım Bakanı olsun?

Mesela kim MİT müsteşarı olsun?

Mesela kim İçişleri Bakanı olsun?

Yanlış mı?

Bu akan kanı kim durduracak? Muhtemelen meclis içinden böyle bir adam çıkmayabilir. O zaman dışarıda bir sürü operasyonel kabiliyeti yüksek tecrübeli arkadaş var. Onlar dururken reisin illa ki meclis içinden birini bakan yapmasının âlemi var mı?

Mesela Sedat Peker’e verin içişlerini...

Sayın Başkan arzu ederse bende daha başka isimler de var. Hemen her bakanlık için üç alternatifli listem var. 

Sadece bakanlar kurulu mu?

RTÜK için, Enerji Piyasası ve diğer bilumum üst kurullar, alt kurullar için de isim listesi mevcut bende…

Hiç telaş edilmesin, Osmanlı da böyleydi.

Bir gün o genç padişah Birinci Ahmed, güzel zevcesi Kösem Sultan ile birlikte virdlerini almaya Aziz Mahmud Hüdaî’nin dergâhına avdet ettiler.

O sırada da atanmış sadrazam bir başka mıntıkada boğazı geçerken kayıktan düşüp boğuldu.    

Şeyhin huzurundayken şeyh efendi minderinin altından ıslak Mühr-ü Hümâyun’u uzatıp:

“Bu emanet sizin padişah hazretleri” dedi.

Padişah henüz atadığı sadrazamın mührünü görünce şaşırmasın da ne yapsın?

İki şık var:

Ya şeyhin müthiş bir kerameti mevzubahis… Ki, elini daldırıp boğazın dibindeki mührü hümayunu bulup sahibine iade edebiliyor… Ya da olağanüstü bir kudret ve taraftar sahibi... Ki, sadrazamı boğdurup mührü hümayunu yine iade edebiliyor.

Her iki halde de yani böyle bir keramet ve güç sahibinin karşısında teslim olmaktan baka ne çare var?

Nitekim şeyhin tavassutuyla –belki de onun torpilinin ardına saklanarak bir paşa sadrazam olmak hevesindedir- Manisalı bir paşa sadrazam oluyor. 

Sadece iki ay gecikiyor ordusunu hazırlamaya…

Malum, Celali isyanları var.

On beş yaşındaki padişah acıyor mu? Hayır? Şeyhinin tavassutuyla da olsa o tembel sadrazamın kellesini alıyor.

İşte o kadar…

Meraklısına Kösem Sultan romanımı tavsiye ederim. Orada devlet yönetimi ile ilgili bir sürü sır var.*

* Lütfü Şehsuvaroğlu, Erguvan Tahtındaki Lânetin Sırrı – Kösem Sultan’ın Yüzüğü, Elips Yayınları, Ankara 2015

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi