Kod adı Başbuğ

Kod adı Başbuğ

Orgeneral İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olduktan sonra pek alışık olmadık bir üslup sergilemeye başladı. Selefleri Yaşar Büyükanıt ve Hilmi Özkök’e göre daha farklı bir yönetim anlayışı ve düşünceye sahip.

Bu farklılık, önümüzdeki süreci nasıl etkiler?

Bu sorulara verilecek cevaplar önemli çünkü, Başbuğ üzerinden siyaset yapmak isteyen veya Ergenekon’u etkilemeyi düşünenler attığı her adımı, ağzından çıkan her sözcüğü dikkatle takip ediyor.

Aynı şekilde iktidar partisi de yakından ilgili. Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt döneminde güçlükle de olsa yakalanan uyumlu çalışma ortamının devamını istiyorlar.

Nuray Başaran, 6 Ağustos 2008 tarihli köşesinde Başbuğ’u yakından tanıyan generallere atfen şu tarifi yaptı: ‘İlker Paşa, Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt’ın ikisinin özelliklerinin toplamının ikiye bölünmüş halidir.’

Ben bu cümleyi, Başbuğ’un ‘Medya ile Diyalog’ toplantılarındaki açıklamalarının ışığında şöyle yorumladım: Dengeci, tatlı sert demokrat...

Eleştiri taahhüdü

Genelkurmay Başkanı, beğensek de beğenmesek kriz konusu sorunlara farklı bir bakış açısıyla yeni açılımlar getiriyor. Diyarbakır ve Van gezisi oldukça müspetti. Kimileri ‘Sen başbakan mısın’ diyerek tepki gösterebilir, ama yıllardır askerin toplumla kaynaşma projelerini desteklemiş ve yazmış biri olarak hiç beis görmedim.

Nitekim Başbuğ’un Van temaslarını anlatırken kullandığı şu ifade çok önemliydi: ‘Vatandaşlar hiçbir organizasyon olmadığı halde kaldırımları doldurdular. O da önemli değil. Önemli olan o insanların gözlerindeki ışıktı.’

Bunları söylerken yüzünde farklı bir anlam oluştuğunu gözlemledim. Gözlerini hafifçe kıstı, boğazı düğümlenir gibi oldu. Paşa duygulanmıştı.

Umarım, asker ve bölgedeki sivil vatandaş arasında oluşan bu pozitif elektriklenme önümüzdeki sürece katkı sağlar. Sami Selçuk’un dediği gibi, ‘Sıkılmış dişlerle barış türküsü söylenmez...’

Ya aksi olursa? Yine yazmaya devam ederiz. Başbuğ dedi ki: ‘Eleştiriye açığız, yeter ki doğru bilgiye dayansın.’

Bunu ‘taahhüt’ olarak aldım.

Militan Medya

Burada medyaya da önemli sorumluluklar düşüyor. Başbuğ’un ‘Medya dahil hiçbir kurum TSK üzerinden siyaset yapmasın’ sözünü önemsiyorum. ‘Militan’ gazetecilik anlayışı, sadece krizi tetikler, kimseye yararı olmaz.

Genelkurmaydaki bilgilendirme toplantılarında bazı gazeteci arkadaşlarımızın soruları, Başbuğ’un bu konuda ne kadar haklı olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı.

Mesela Ortadoğu Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Orhan Karataş, tezkereyle ilgili sorarken önce hükmü verdi sonra sordu. Dedi ki: ‘Hükümet tezkere konusunda ayak sürüyor, pek istekli değil, siz ne diyorsunuz?’ Oysa, aynı gün başta Star olmak üzere bazı gazetelerde Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a atfen tezkere süresinin 1 yıl uzatılacağı haberi vardı. Tezkere konusunda en ufak kriz yoktu.

Başbuğ hemen itiraz etti: ‘Hayır hayır, bu konuda hiçbir şüpheli durum yok. Karşı değiller. Çarşamba günü Bakanlar Kurulu gündemine geliyor, Meclis açıldıktan sonra da orada görüşülecek?’

Yeniçağ Ankara Temsilcisi Sabahattin Önkibar kendince kurnaz bir soru yöneltti: ‘Bu akreditasyonun genişletilmesi paradigmanın değiştiği anlamına mı geliyor? Mesela TSK’nin 28 Şubat konusundaki hassasiyetleri değişti mi?’

Türkiye Gazetesi’nde akreditasyon sancısı yaşamış biri olarak Önkibar’ın bu yeni açılımdan rahatsızlık duyar tavrı, tuhaftı. Daha da ötesi, Başbuğ’u 28 Şubat’la köşeye sıkıştırıp sert mesajlar almak ister gibiydi. Aynı soruyu ertesi gün TV yöneticileri de sordular. Bakın Başbuğ ne dedi: ‘28 Şubat’ta bazı hatalar olabilir, eğer varsa bırakın zaman değerlendirsin.’

Kriz hesapları tutmadı. Ergenekon mesajı

Başbuğ Ergenekon konusunda da dengeli mesajlar verdi. Korgeneral Galip Mendi’nin TSK adına Ergenekon tutuklusu iki emekli orgenerali ziyaretini, ‘eski silah arkadaşlarına vefa borcu ve insani yaklaşım’ olarak değerlendirirken küçük itirazım oldu.

Dedim ki: ‘Ben de kişisel olarak bu ziyaretin insani amaçlı olduğunu düşünüyorum. Ancak kamuoyunda farklı algılamalar oluştu. Kimi internet sitelerinde ‘Daha bu ilk, görün bakın İlker Paşa daha neler yapacak’ şeklinde yayınlar oldu. Özellikle Ergenekon sanıkları ve sempatizanları bu ziyarete çok sevindi. Acaba insani amaçlı olsa bile farklı algılamalara yol açabileceği kaygısıyla daha dikkatli olamaz mıydınız?’

Cevabı şöyle oldu: ‘Biz çok dikkatli davrandık. Eğer dediğiniz şekilde bir algılama oluştuysa bizim suçumuz yok, bunu yapan medyadır.’

Başbuğ sonra ‘Şamil Bey sizi ikna edebildim mi?’ deyince hem hak verdim hem bir ayrıntıya daha dikkat çektim: ‘Evet, Ergenekon’a destek veren yazarlar bu ziyareti kullandılar. Şimdi bazı siyasetçiler kullanmaya başladı, sizin iki emekli orgenerali serbest bıraktırmak için yargıya baskı yaptığınız yolunda ağır ithamları var. Maalesef iyi niyetli girişimleriniz Ergenekon için kullanılıyor.’

Başbuğ’un yüzü asıldı: ‘Bunlar çok çirkin şeyler.’

Akreditasyon kaldırılmalı


‘Medya ile Diyalog’ toplantılarının çok yararlı olduğunu gördüm. Eminim ki Genelkurmay Başkanı, ilk kez farklı perspektiften ama yapıcı sorularla karşılaştı. Gerçi bu koltukta ilk toplantısıydı ama Genelkurmay 2. Başkanlığı’ndan bu yana medyayla iç içe bir komutandı.

Keşke, bu akreditasyon meselesi kökten halledilse ve çok seslilik Genelkurmay karargahında yankılanabilse. Kaynağı hangi kurum olursa olsun ‘ötekileştirici’ tercihlerin medya ile diyalog çabalarına ‘yıkıcı’ etkileri olur.

Mesela Taraf Gazetesi’nin bir temsilcisi olsa ve Başbuğ’un ‘bilgi sızdırma’ iddialarına orada cevap verebilseydi. Vakit, Zaman, Bugün ve Kanaltürk’le de diyalog kurulabilseydi. Eğer ortada bir sorun var ve çözümü isteniyorsa, en kestirme yol diyalogtur.

12 Eylül’den önce bir Ülkücü arkadaşım ilk kez bir solcuyla tanıştığında, ‘Yahu bu komünistler aynı bize benziyor’ diye tepki göstermişti. Lütfen birbirimizi iki kafalı, altı ayaklı yaratıklar gibi görmeyelim, memleket geçmişte çok acılar çekti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi