Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Prof Aranıyor

Prof Aranıyor

DERİN MAHFİLLER YENİ BİR PARTİ HAZIRLIĞINDA

AKP’nin başında bir Prof var ya, bazı derin mahfiller, sözüm ona muhalefeti dizayn etmek üzere derinden derine bir profu siyasete hazırlıyorlarmış.

Güya bu profesör, Dr. Devlet Bahçeli’nin uğraşıp da bir türlü kamuoyuyla paylaşamadığı, kamuoyuna mal edemediği ana muhalefet partisi olma vasfına sahip bir organizasyona imza atacakmış.

Daha önce de Merkez Parti adında bir partide siyasi heveslerini tatmin eden bu üniversiteli, merkez parti demekle merkez olunmayacağını anlamayan bir siyasi geçmişe rağmen, şimdilerde Türkçü damarı temsil etme iddiasıyla HDP’nin karşısına çelik bir kale olarak çıkacak siyasi düzenlemeye omuz verecekmiş. Olursa da yakın gelecekte ülkenin kaderine hükmedecekmiş.

Şiir tahlilleri yaparak buraya nasıl varacak bilmem ama derin mahfillerin bu türden hesaplarının sivil toplum nezdinde hiçbir zaman tutmadığını söylemek için kâhin olmak gerekmez.

Türkçülüğü, ülkücülüğü, milliyetçiliği kendinden menkul bu heveskârların siyasette sopa yemeden yükselmesinin önünü maalesef Özal açtı.

Şu 34/B maddesi midir nedir; güya üniversite hocalarından yararlanmak adına o düzenlemeyi getirdi Özal ve hem üniversiteyi, hem siyaseti mahvetti. 

Üniversiteyi mahvetti, siyasete bulaşan hocalar uğraştıkları ilim sahasında zerre-yi miskal eser veremez hale geldiler. Üniversiteler lise seviyesine düştü.

Siyaseti mahvettiler. Siyasetin içinden gelen kadrolar dejenere oldu. Hoca diye önleri açılan bu takım ne yazık ki o davaya hiçbir katkıda bulunmadılar. Acı ama gerçek bu…

Olan ülkeye oldu. Siyaset de siyasi partiler de bozuldu. Üniversiteler BÖYLECE yarı mesai yapan, kitap okumayan kendini geliştirmeyen siyasete dayanmış titr peşinde akademisyen mi, medyamen mi, siyaset adamı mı ne idüğü belli olmayanlarla doldu. 

Gladyatör kılığında şaklabanlar arenada boy gösterdiler.

Şövalye unvanı almış korkaklar, ne yardan ne serden vazgeçmek üzere takım taklavat giyindiler. Tribünler onları hakiki dava adamı sandı…

Bu arada gerçek dava adamları bu komediyi seyre daldılar.

Ergenekon için kolları sıvayanları tanıyorum.

O zaman da cemaat medyasına ve derin örgütüne prim vermemiştim. Asker kendi içinde çürük elmaları temizlemeli, Başbakan da buna yardımcı olmalıydı. O zaman da yazdım. 

Bizzat Başbakan’ı ‘erk paylaşılmaz’ diye de uyardım.

Sözde tepeden inme siyaseti dizayn edeceğini sanan yarım akıllıların bazılarıyla karşılaştım. 

Ama bu süreci biryantinli gibi değerlendirmedim. 

Ben biliyorum ki Ergenekon dalgasında derin mahfil olduğunu zanneden espritüel takım kendince üç yaşlı siyasetçiyi, ardından iki genç heveskârı başbakan adayı olarak hazırlamak istediler.

Üç yaşlı siyasetçi (yaşlı dediysem de altmış yetmiş arası) bakanlık ya da belediye başkanlığı yapmış M, N ve B idi…

İki genç aday ise birdenbire televizyon ve gazete sahibi olan genç iletişimci ile ekonomide her sözü tarihe geçen damattan başkası değildi.

Neyse ki bu furya atlatıldı.

Şimdi kumpas mumpas lakırdısı ile iktidar borazanlığı yapanlar sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar.

O zaman da tutumları yanlıştı, şimdi de yanlış…

Fakat tırları salıp yakalatanın aynı örgüt olduğu bir memlekette yaşıyoruz. Kendi bölücüsünü bile kendi dizayn eden derin mahfiller, akılları sıra şimdi milliyetçi duyguları istismar için birilerini parti kurmaya hazırlıyorlarmış.

Sanıyorlar ki halk Davutoğlu’nu profesör diye iktidara getirdi, afedersiniz başbakan yaptı…

‘Profesörden evliya, koyma avluya!’ diye bir atasözümüz var.

Bunu birçok üniversite hocasına söylüyorum ve onlar da bana katılıyorlar. Bu sözümü hiç de hakaret olarak addetmiyorlar. Bana hak veriyorlar. Hocaların hem okulda, hem partide mesai işine karşı çıkıyorlar. İki tarafın da dejenere olmasında bu uygulamanın yattığını kabul ediyorlar. 

Ama onlar uydurma hoca değil, gerçek hocalar…

Ben üniversitelerimizin kaliteli ilim adamlarını elbette ayakta alkışlıyorum. Her birine hürmetimi sunuyorum. Mesela biyokimyada Nobel Ödülü alan Aziz Hoca gibilerini…

İlla ki, imam hatipli, illa ki etnik bir kimlik sahibi olması, illa ki ‘Ben Türk’üm’ dememesi mi gerekiyor?

Yüzündeki çizgiler bir ömrü nasıl ilme harcadığının açık bir göstergesi zaten…

Türkiye’nin hakiki ilim adamları bu ülkenin dünya çapında birikim sahibi olduğunun ispatıdır, ama ne yazık ki ülkemizde bir kaht-ı rical yaşanmaktadır. Ehliyet ve liyakat güme gitmiştir. En yeteneksizler en yukarlardadır. 

Samimiyet, mesuliyet, merhamet, sadakat, fedakârlık, vefakârlık, hürmet, irfan, cesaret, kanaatkârlık, irfan, ilim, liyakat, ehliyet, adanmışlık ve aşk unutulmuş;

Hırs, tamahkârlık, yalakalık, riya, yalan, ikiyüzlülük, korkaklık, iftira, olmuş gibi yapma, image gibi kişisel gelişim kurslarının ancak övdüğü yetenekler nice kabiliyetleri geri plana itmiştir.

Şimdi derin mahfiller yeni bir parti hazırlığındaymış…

MHP’nin ve AKP’nin yarattığı boşluğu dolduracakmış.

Başına da bir prof koyacaklarmış…

Hayırlı olsun.

Film eleştirileriyle iktidara gelir gayrı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi