Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ramazan insanının üç şeyi kapalı olacak

Ramazan insanının üç şeyi kapalı olacak

Osmanlı insanının açık olan üç şeyine karşılık, üç şeyinin de özellikle Ramazan’da kapalı olması gerekiyordu:
1. Gözünün ve kulağının kapalı olması…
Harama, olumsuzluğa ve çirkinliğe dönüp bakmazlar, kötü söz, gıybet, küfür, çekiştirme duymazlardı…
Olumsuzları görmeyecek, duymayacak şekilde kendilerini kontrol ederlerdi.
Yani orucu sadece mideleriyle değil gözleri ve kulaklarıyla da tutarlardı.
2. Dilinin kapalı olması…
Gıybet konuşmazlar, kimseyi çekiştirmezler, yalan söylemezler, bir bakıma dilleriyle de oruç tutarlardı.
3. Kemerinin kapalı olması…
Bu namahreme bakmazlar, harama yönelmezler demekti. Osmanlı asırlarında din bilinçli yaşanır, oruç bilinçli tutulurdu. Orucun “hikmet” cihetine de bakılır, “tefekkür” boyutu asla ihmal edilmezdi.
Osmanlı insanı işte bu yapısıyla dünya örneği, dünya önderi bir devleti hakketmişti; Allah da o devleti o ümmete ikram etti, ihsan etti.
Ne zaman ki, “Batı’yı taklit” hastalığına duçar oldular, üstün vasıfları çözülüp çökmeye başladı. Üstün vasıfları çözülüp çökünce muazzam imparatorluk da ellerinden çıktı...
Hikmet-i İlahi işte!
-
Kısacası ninelerimiz ve dedelerimiz bizim gibi inanırlardı, ama bizim gibi yaşamaz, bizim gibi eğlenmezlerdi.
Şimdi bizden birileri coşup “Ah!.. Nerede o eski Ramazanlar” demez mi, beynim üşümeye başlıyor!
Nasıl anlatmalı ki, Ramazan insanın imanının kendi iç dünyasına yansımasıdır. O yansımanın hangi tarihte olduğu değil, olup olmaması önemlidir...
Bu anlamda her Ramazan kendi öncelikleri ve özellikleriyle gelir, özellikleri ve öncelikleriyle yaşanır, gider...
Geçmişe nostalji takılmak yerine, mevcut Ramazanı gerektiği gibi yaşayıp bir nevi “hasret Ramazan”a dönüştürmek daha anlamlı değil mi?
Kana kana yaşanıp dolu dolu ihya edilen her Ramazan “hasret Ramazan”dır. Yoksa ne Direklerarası eğlenceleri, ne meddah-kanto hikâyeleri, ne de Çiftetelli Medyası oruçsuzları, Ramazanı “hasret Ramazan” yapmaya yeter. Çiftetelli Medyası televizyonlarının “Ah!.. Nerede o eski Ramazanlar” formatında sunduğu eğlence ve magazin ağırlıklı iftar/sahur programları da insanı Ramazanlaştırmaz...
Ramazanda “eğlence” kavramı bile değişmeli, kirletilmiş eğlencelerin yerini iman eksenli yansımalar almalıdır.
Osmanlı insanı zaten Ramazanın tümünü eğlenceye ve neşeye dönüştürmüştü. İftar ve sahur sofraları, tüm ailenin ortak yaşam içinde Allah’a ulaşma keyfini derinden hissettiği anlardı...
Selâtin camilerinde, musikişinas müezzinlerle bestekâr imamların kıldırdığı ruhu şenlendirici teravihler de müthiş neşe verirdi insanlara...
Fitre ve zekât verme, fakir doyurma, sadaka taşlarına sadaka bırakma, borcundan dolayı cezaevine düşmüş borçlu bir dindaşının (kardeşinin) borcunu ödeyip Ramazanı çoluk çocuğuyla yaşamasını sağlama gibi sevaplı işler de imanlı insanın iç dünyasını neşelendiren işlerdi...
Osmanlı insanı eğlencesiz ve keyifsiz yaşamıyordu; sadece onların “eğlence” saydığını biz “eğlence”den saymıyoruz. Onların “zevk” odaklarından zevk alamıyoruz. Aramızda anlayış farkı oluştu.
Osmanlı insanı, başta namaz ve oruç olmak üzere insanı Allah’a ulaştıran yollardan zevk alırdı, biz alamıyoruz...
Osmanlı insanı gülün kıvrımlarında Allah’ın sıfatlarının yansımalarını okur, müthiş bir keyif yaşardı; biz gülü görmüyoruz bile...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi