Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Fukaranın hakkı fukaraya

Fukaranın hakkı fukaraya

Bu yeni moda: Belediyelerin fakir-fukaraya dağıttığı erzaklar bazılarının gözüne batıyor...
Anlı-şanlı yazarlarımıza şikâyet dilekçeleri yazıyorlar!..
Onlar zaten belediyeleri yüreklerinden vurmaya dünden razı; bir malzeme daha bulmuş olmanın heyecanıyla veryansın etmeye başlıyorlar.
Özet olarak diyorlar ki: “Belediyeler, milletten topladıkları paralarla fakir-fukaraya yiyecek-yakacak dağıtmamalı, bunu her vatandaş kendisi yapmalıdır...”
İlk bakışta “doğru” gibi duruyor, ancak pratikte bir değer ifade etmiyor.
Hangi vatandaş işini-gücünü bırakıp mahalle muhtarlarına gidecek, fakir-fukaranın listesini çıkartacak, ya da mahalle mahalle dolaşıp muhtaçları tespit edecek, ondan sonra kesenin ağzını açıp yardımda bulunacak?
Bu müthiş bir organizasyondur. O kadar geniş bir organizasyondur ki, ne kadar yardımsever olursa olsun, hiçbir fert bu işin altından kalkamaz.
Sivil hayır kurumları da baltalandığına göre, (Deniz Feneri konusunda “tüyü bitmedik yetimin hakkı”nı koruduklarını söyleyen kartel medyasının anlı-şanlı yazarları, petrolün varili uluslararası piyasalarda 150 dolardan 70 dolara inmişken kılını kıpırdatmayıp yüksek fiyattan akaryakıt pazarlamaya devam eden medya patronu karşısında seslerini çıkarmıyorlar?) acaba bazıları hayrın yolunu mu kesmeye çalışıyor?
Bu anlamda belediyelerin organize ettiği iftar çadırlarının da kaldırılması için çabalamışlardı.
Bunlar bütün olarak düşünüldüğü zaman, insan, yardımlaşmanın yolunu kapatmak isteyenler olduğuna inanıyor.
Çünkü her hayrın temelinde dini inançlar var. Yardımlaşma “kardeşlik” duygularını pekiştiriyor. Bu durumda pompalanmak istenen etnik ayrımcılığın ve körüklenmek istenen sınıflararası düşmanlığın kökü kazınıyor. Bu da bazılarının hiç hesabına gelmiyor.
¥
Madem ki yardımlaşma konusu açıldı, sizi yüzlerce yıl geriden bir örnekle buluşturmak istiyorum.
Günlerden bir gün, Büyük Selçuklu Devleti’nin mülki ve askerî önderleri Sultan Melikşah’ın başkanlığında toplanmışlardı...
Sultan Melikşah şu mealde bir açış konuşması yaptı, dedi ki:
“Devletimiz, Allah’ın izni ve yardımı ile çok büyüdü, gelişti, genişledi. Milletimiz refah içinde yaşıyor... Ne var ki, geniş toprakları idare etmek zor iştir... Mali gücümüzü israf etmemek için bir devlet bütçesi yapmamız lâzım... Gelirimizi, giderimizi denkleştirmeliyiz. Nereye ne kadar sarf edeceğimizi bilelim ki, ona göre davranalım. Kısacası, ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız. Cennetmekân babamızdan duyduk ki, maliyesi sağlam olan devlet yıkılmaz. Hadi görelim, her kurum kendi bütçesini yapsın.”
Çalışmalar başladı. Gelirler toplandı, giderler hesaplandı. Nihayet bütçeler Sultan Melikşah’a arz edildi. Melikşah, hepsini tek tek inceledikten sonra:
“Görüyoruz ki bütçemizde yoksullara, muhtaçlara, yetimlere, dervişlere, ilim tahsil edenlere, sanatkârlara pek bir şey ayırmamışsınız. Bu saydıklarımız için bütçeye üçyüz bin altın konsun.”
Bu emri duyunca, zamanın Harbiye Nazırı, (Savunma Bakanı) rahatsızlıkla kımıldadı. Yüzü memnuniyetsizlikle büzüldü. Sultan’ın teklif ettiği meblâğ, neredeyse tüm askerî harcamalara eşitti. Ona göre devletin genişleyip büyümesinde, korunup yükselmesinde, savaşlarda zafer kazanıp ganimet toplanmasında en büyük pay, âlimlerin, dervişlerin, yetimlerin, sanatkârların değil, ordunundu.
Dolayısıyla bütçenin büyük kısmı orduya ayrılmalıydı. Oysa Sultan Melikşah, orduyu medrese mollaları ve fakir fukara ile bir tutuyordu. Daha fazla dayanamadı. Öfkesi yüzünden haddini bile aşan bir çıkış yaptı: “Bu miktar (fakir-fukaraya yardım için ayrılan para) ordunun bütçesine eklenirse, Bizans’ın surlarını dahi aşarız!”
Sultan Melikşah gayet sakindi, hattâ gülümsüyordu:
“Yanlışın var!” diye cevap verdi, “biz şimdiye kadar âlimleri, fakirleri, dervişleri, yetimleri, muhtaçları gözetmeseydik, ordumuz, değil yeni beldeler fethetmek, payitahtımızı (başkentimizi) bile korumaktan âciz kalırdı.”
Hepsini tek tek süzdükten sonra devam etti: “Biz memleketleri, kılıçtan evvel, yoksul takımı ve derviş-molla kısmının dualarıyla fethederiz. ‘Duanız olmasaydı ne ehemmiyetiniz olurdu?’ buyuran Cenab-ı Hakk’a yemin ederim ki bütçemizde yapılan en hayırlı yatırım budur.”
“Nizamiye Medreseleri”nin kurucusu Nizamülmülk’e döndü:
“Söylediklerim yanlış mı Vezirim.”
Baba yadigârı şanlı vezir hayran hayran talebesine bakıyordu:
“Hayır, Sultanım, çok doğru söylediniz” dedi, “bu kararınızla nazarımda öylesine büyüdünüz ki, başı dumanlı dağlar gibisiniz. Zirvedeki sırrı bir türlü çözemiyorum.”
Ayağa kalktı;
“Ey Cihan Sultanı!..” dedi, “Askerlerinizin okları bir milden öteye geçmezken, benim Nizamiye Medreseleri’nde yetişen mânevi ordunun duaları, fakir-fukaranın dualarıyla birlikte Arş’a ulaşıyor. Selçuklu Devleti inşallah bunlar sayesinde daha da gelişecek...”
Belki anlayan olur diye yazdık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi