Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Muallim”den “öğretmen”e, “talebe”de

“Muallim”den “öğretmen”e, “talebe”de

Büyük Selçuklu Sultanı, Alpaslan’ın şanlı oğlu Melikşah, git gide kurumsallaşan Selçuklu Devleti için bir “devlet bütçesi” yapmak istemişti...
Bu amaçla kurumlardan gelir-gider dökümü istedi.
Sonra da oturup bütçeyi tartışmaya başladılar.
Bütçeden en büyük payı ordu istiyor, gerekçe olarak da “beldeler fethetme”yi gösteriyordu.
Sultan Melikşah en büyük payı eğitim ve öğretmenlere ayırdı.
“Ordumuzun beldeler fethetmesi için en yüksek payı biz almalıyız” diye itiraz eden generallerine de şu şahane cevabı verdi:
“Nizamiye Medreselerinde (Selçuklu Üniversitelerinde) size öyle bir ordu hazırlıyorum ki, yüreklerinde kin yerine iman, ellerinde kılıç yerine kalem, kafalarında problem yerine çözüm olacak ve hem çabaları, hem de dualarıyla cihanın yüreğini fethedecekler... Ancak böyle bir fetih kalıcı olur.”
Bunu yazarken, Napolyon Bonapart’ın bir sözünü hatırladım. Diyor ki:
“Dünyada etkili iki kuvvet vardır: Silah ve fikir... Ama fikir daima silahı yenmiştir.”
Sadece fikri olan değil, fikir üretebilen “insan” yetiştirmeliyiz. Bunu yapabilmek için de, pek tabii öncelikle “muallim” yetiştirmemiz gerekiyor.
“Öğretmenler Günü” vesilesiyle asıl tartışılması gereken bence budur. Ama yıllardır öğretmen maaşlarını, ek ders ücretlerini, tatillerini, öğretmen evlerini konuşuyoruz...
İşin kabuğunda dolaşmaktan muhtevasına bir türlü sıra gelmiyor. Maddi meselelerin yanı sıra işin özünü de tartışmalıyız, çünkü “iyi öğretmen” yetişmeden “iyi insan” yetiştirmek hayalden ibaret kalacaktır.
Ve “iyi bir öğretmen” yetiştirmek demek, binlerce “iyi insan” yetiştirmek demektir.
Biz “iyi öğretmen” yetiştiremiyoruz. Bu yüzden öğretmenlerin tüm sorunlarını çözüp bir elleri yağda, bir elleri balda yaşatsak bile (ah nerede o günler) “insan” sorunumuz çözülmeyecektir.
Kısacası “adam gibi adam” yetiştirebilmek için, evvelâ “muallim” yetiştirmemiz gerekiyor.
“Muallim” kelimesinin kaynağı, “Yücelten, yükselten” anlamına gelen “muallî”dir...
Yani “Muallim”, ilmen ve ahlâken “yükseltme-yüceltme” amacıyla eğitim veren insandır.
Gördüğünüz gibi, eğitimin kutsal bir amacı vardı ve muallim bu amacın aracı idi.
Öğrencisini ilmen ve ahlâken “yükseltme-yüceltme” amacıyla eğitim veren kişiye Osmanlılar “muallim” diyordu.
Tuttuk “öğretmen”e çevirdik. “Talep eden, isteyen” anlamındaki “talebe”yi, “İstese de istemese de öğrenmek zorunda olan” anlamında bir kelime ile değiştirip “öğrenci” yaptık.
Ahlâkî, daha doğrusu “mânevî” amaçlar olmadan öğrenilecek ilmin insanlığın felaketi olabileceğini düşünmedik. Oysa ecdadımız yüz yıllar öncesinde bu gerçeği biliyordu...
Öte yandan, maneviyatla çerçevelenmiş ilmi taşıma sorumluluğu insanları olgunlaştırıyordu. Maddiyat ise aç gözlülüğü kışkırtıyordu. Bir sorumluluk da yüklemiyordu. Önemli olan “öğrenci” olup “öğrenmek”ti. Öğrenilen bilginin nasıl kullanılacağı konusu ise, ahlâken ve mânen geliş(tiril)memiş insanların tercihine kalıyordu.
Bu sorumsuzluk ve kontrolsüzlük, bazılarına “İkiz Kuleler”i imha etmeyi, bazılarına da belediye otobüslerine molotof kokteyli atıp yakmayı ilham ediyor.
Terörün kaynağını hâlâ da merak etmemiz gerekiyor mu?
Bilginin bir ahlâkının, yani manevi dayanaklarının olması gerekiyor. Aksi takdirde terörün hizmetine girer ve insanlığı tahrip için kullanılır. Bu da insanlığın felaketi olur.
Şu halde “muallim” öyle yetiştirilmeli ki, önce “ahlâk” ve “maneviyat” öğretmeli.
Bu anlamda ilk muallimem annemdir...
Okuma yazması kıt köylü bir kadın olan annemden sevmeyi, vermeyi, şefkati ve merhameti öğrendim...
Eksik kalan kısmı babam tamamladı. Babamdan mantıklı, kararlı, cesur olmayı ve öğrenmeyi sevmeyi öğrendim.
Çevremden arkadaşlık, dostluk dersleri aldım.
“Bulduğunuz boş kâğıtları yazarak, yazılı kâğıtları okuyarak değerlendirin” diyen ilkokul Başöğretmenim Hikmet Bey’den okuma-yazmanın erdemini öğrendim.
Aynı öğretmenin, “Okuldan eve giderken yahut evden okula gelirken, zaman zaman değişik yollar kullanın” tarzındaki öğüdü, yeni güzellikleri keşfe açtı kapılarımı; her şeyi alternatifleriyle değerlendirmeyi öğretti.
Yoksa her şey hayata kalırsa, bilin ki hayat en pahalı öğreticidir.
Özellikle bazı deneyimler çok pahalıya patlayabiliyor.
“Öğretmenler Günü”nde (24 Kasım) aklıma bunlar takıldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi