Ahmet Can

Ahmet Can

Çürük mü benim delilim ?

Çürük mü benim delilim ?

Borges’in efsunlu labirentinden çıkmış bir karakter gibisin.
İyice bulanıklaşmıştı son gördüğümde gözlerin…
Yine aynı yerdeydin, düşünüyordun.
İpleme içtiğin ucuz ve filtresiz sigara izmaritleri birikmiş önünde…
Senin gibi kendini tek noktaya bakarak dizginleyebilenler azaldı.
Onlar çok konuşuyor senin aksine ve bilmiyorlar da dalmayı…
Dalıyorsun ya sürekli; aynı noktada kalıyorsun ya evrenin tüm hızına inat… Bu yetiyor bana inan. ‘Dalan biri daha kaldı’ diyorum seni görünce….
Ve dalaksızların ortak özelliğinin dalamamak olduğunu hatırlıyorum.
Biliyorsun bunu… Onların saati hep geriye doğru işliyor Lütfi Abi…
‘Beklemek gerekir’ diyorsun sürekli… Anlamıyorum.
Sen sanki hep birilerini bekliyorsun. Godot’yu bekler gibi…
Lütfi Abi, sen çok yalnızsın bu cami avlusunda…
Bir yere ait olmayanların, istedikleri yerde kalabilmeleri gibi bir özgürlük alanları vardır. Peki, neden bu kadar özgürken hep aynı musalla taşına asılı kalıyor gözlerin?... Ve sen neden cenaze namazlarında hep ağlıyorsun? Anlamıyorum. Oysa katılmıyorsun cemaate… Sanki ölümün her güçlü insanın hayatını bozguna uğratışını ve bunun kaçınılmaz olduğunu sen söylemedin bana. O zaman neden içini sızlatıyor ölümler? Senin ölümden korkmana gerek yok. çünkü bütün hayat serüvenin kaybetmek üzerine kurulu. Hayır Lütfi Abi; hesap soracak mecalin olmadığından değil, ‘hesap sormanın’ bile bir hesapçılık olduğunu bildiğinin ve bu yüzden dervişane bir merkezden devranı izlediğinin farkındayım. Benim anlayamadığım (ya da anlamak istemediğim mi demeliydim?) senin ölüme karşı garip duruşun… Lütfi Abi; bana ‘Anlat çocuk Şibli’yi…’ demiştin hani, onu hatırladım şimdi. Bana bir şey öğretmek istediğinde ‘Anlat bize’ dediğini hatırladım. Araştırıp sana anlatmaya geldiğimde, beni dinler gibi yapışın ve aslında gözlerinin yine o tek noktaya kilitlenişi... Ben sana bu mektubu yazarken, işim gereği tanıtmam gereken kitapları koyuyor masama görevli. üç kitap var yeni gelen ve birini öylesine açıyorum. Allahu Ekber!... Kalbim ağrımaya başlıyor. Cümleleri okurken yutkunuyorum, kilitleniyorum.
“ölüye ağlayanlar içinde iki grup vardır. Biri; ölen insan kendi olmadığı için sevinçten, diğeri ise onun kadar çabuk kurtulamadığından, bu fani dünyadaki çilesinin uzamasına ağlar.”
Kitabı bıraktığım gibi Kasımpaşa’ya geliyorum. Piyalepaşa Camii’nin etrafında seni arıyorum. Yoksun... Olabileceğin yerlere gidiyorum. Seni bir kere daha görmek için… Elini öpmek için… İlk defa yanında ağlamak için koşuyorum. Kimseye soramıyorum. çünkü olası cevaptan çok korkuyorum. Uzun bir süre dolandıktan sonra, kaldığın barakaya yakın olan marangoza soruyorum seni. ‘Dün vefat etti’ diyor marangoz.
İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun...
ölürken de yoktum yanında…
Ve anlıyorum; yaşarken de yokmuşum aslında…
Herkes ilmi nisbetinde alıyormuş nasibini. Herkesin ilmi nispetinde gördüğü gibi… Allah, gerçekten anladığım anda alıyor seni.
Ne diyordu şair: ‘çürük benim delilim.’
Anlıyorum. Bütün akıl lafazanlarının da delili çürük.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Can Arşivi